tag:blogger.com,1999:blog-7275342796900128322024-03-12T23:13:55.062-07:00kitaplık cinibullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.comBlogger27125tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-82432216747137605432018-03-16T06:51:00.001-07:002018-03-16T06:51:44.963-07:00Türkiye'de devrimci kadın olmanın cezası: İşkencede tecavüz...<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview2325308625">Asiye
Zeybek Güzel, İşçinin Yolu isimli gazetenin bir dönem Yazı İşleri
Müdürlüğü'nü de üstlenmiş bir gazeteci. 26 Şubat 1997'de, işten eve
döndüğü bir gün evinde karakol kuran polislerce gözaltına alındı. <br /><br />İki
yıl sonra işkenceyle öldürülen Sendikacı Süleyman Yeter'in de
aralarında bulunduğu 14 kişi ile birlikte MLKP isimli örgüte üye olmak
iddiası ile gözaltına alınan Asiye Zeybek Güzel, 14 gün boyunca
gözaltında tutulduğu Emniyet Müdürlüğü'nde hem işkence gördü, hem de
tecavüze uğradı. <br /></span></span><span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview2325308625"><a href="https://images.gr-assets.com/books/1520884419l/39171608.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="467" data-original-width="318" height="320" src="https://images.gr-assets.com/books/1520884419l/39171608.jpg" width="217" /></a>İşkence ve tecavüz sonucu hakkındaki
suçlamaları kabul eden Asiye Zeybek Güzel, polislerin yönlendirmesi ile
önce itirafçıların kaldığı Kırklareli Cezaevi'ne ve adli suçluların
yanına gönderildi. <br /><br />Yaşadığı olayın travması yüzünden başından geçenleri tam 8 ay boyunca hiç kimseye anlatamadı.<br /><br />Bu
esnada ailesine daha yakın olan bir cezaevine nakledilme talebi kabul
edilmeyen Güzel, bir süre açlık grevi yaptı ve sonunda talebi kabul
edildi. Güzel de, Gebze Cezaevi'ne nakledildi.<br /><br />Güzel, başından
geçenleri ilk olarak sekiz ay sonra çıkarıldığı mahkemede anlattı.
Güzel'in "İşkencede Bir Tecavüz Öyküsü" isimli kitabı işte bu dönemde
yazıldı. Yaşadıklarını, ses çıkartamayanlara ses olması için kaleme alan
Güzel travmasını bu kitapla anlattı. <br /><br />Kitap yayımlandıktan sonra yaşananları da medyadan takip ettiğim kadarıyla ben aktarayım. <br /><br />Kendisine
Emniyet'te gözaltındayken tecavüz eden polisler hakkıdna suç
duyurusunda bulunan Güzel’in davası o dönem medyada yankı bulmadı,
gündeme gelmedi ve mahkemece takipsizlik kararı verildi. <br /><br />Karar bir üst mahkemeye gönderildi ancak değişmedi. <br /><br />Bunun
ardından Güzel’in avukatı dosyayı AİHM’e taşıdı. Takipsizliklerin
ardından dosya AİHM’de görülmeye başlandı. Bu davada tecavüz sanıkları
arasında Polis Müdürü Sedat Selim Ay da yer alıyordu. Dava sonucunda
Türkiye, "etkin yargılama yapmadığı gerekçesiyle" mahkûm oldu.<br /><br />Üstelik,
dava ile Türkiye'nin AİHM'de mahkum olmasına yol açan Sedat Selim Ay’ın
adının işkenceye ilk karışması değildi. Asiye Zeybek Güzel ve
arkadaşlarının gözaltına alınıp işkence görmesinden 11 ay önce, Ay
hakkında bir işkence davası daha açılmıştı. Tarih 15 Mart 1996 idi.
Polis müdürü Ay'ın da aralarında bulunduğu 5 polis, Atılım gazetesi
Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Çiçek'in de aralarında bulunduğu 8 kişiye
işkence yaptıkları gerekçesiyle yargılanmaya başlanmıştı. <br /><br />2002'de
sonuçlanan bu dava sonucunda Sedat Selim Ay'a zamanaşımının dolmasına
bir gün kala 14 ay hapis ve 3 ay meslekten men cezası verildi. Ancak 14
aylık hapis cezası ertelendi. Mağdurların avukatları bu kez AİHM'e
başvurdu. Ve Strasbourg'daki mahkeme "işkencenin saptanmasına karşın
sorumluların cezalandırılmadığı" gerekçesiyle Türkiye'yi mahkum etti. <br /><br />İşkence
ve tecavüz ile ilgili defalarca hakkında dava açılan, Türkiye'nin
mahkum edilmesine yol açan Sedat Selim Ay, Temmuz 2012'de İstanbul
Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'ne sorumlu emniyet
müdür yardımcılığına atanınca Asiye Zeybek Güzel de yeniden gündeme
geldi. Ak Parti içindeki yönetici poziyondaki bir grup kadının da
aralarında bulunduğu pek çok isim Sedat Selim Ay'ın tecavüz davalarını
anımsatarak bu atamanın iptalini talep ettiler. Ancak Başbakan Erdoğan
tarafından sert bir dille eleştirilen isimlerin bu tepkileri dikkate
alınmadı. <br /><br />Asiye Zeybek Güzel, cezaevinde beş buçuk yıl kadar
kaldıktan sonra tahliye edildi. Bu arada kitabı da yayımlanmış ve
İsveç'de bir de ödüle layık görülmüştü. Yasal olarak kendi ismine
düzenlenen pasaportla İsveç'e giden Güzel, hakkında 12 buçuk yıl hapis
cezasının kesinleşmesi üzerine Türkiye’ye geri dönmedi. İsveç’e
geldikten sonra ikinci evliliğimi yaptı, kendine yeni bir hayat kurdu.
Bu arada çıkan yeni yasalar ve düzenlemelerle hapiste yattığı süre göz
önünde bulundurularak cezası infaz edilmiş sayıldı. <br /><br />Sonuç olarak
sosyalist bir gazeteci olarak, örgüt üyeliği iddiası ile tutuklandı,
gözaltında işkence gördü, tecavüze uğradı. Devletin kendisine düşman
olarak gördüğü insanlara yönelik tavrını gözler önüne seren şeyler
yaşadı. Bunları kitabında anlattı. Bu kitap sadece sol/sosyalist
çevrelerin işkence/hapishane edebiyatının bir parçası değil, Türkiye'nin
önemli bir gerçeğini gözler önüne seren çarpıcı bir anı.</span>
</span></div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-9030609547527626172018-03-16T06:49:00.000-07:002018-03-16T06:49:26.692-07:00Kurşunların karşılıklı boşa atıldığı bir Düello<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview2322599344">İlk baskısını 2012'de yapan Düello, Suhpi Varım'ın "Simirna Cinayetleri" adını verdiği serinin de ilk kitabı. <br /></span></span><span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview2322599344"><a href="https://images.gr-assets.com/books/1430691599l/25475813.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="375" data-original-width="260" height="320" src="https://images.gr-assets.com/books/1430691599l/25475813.jpg" width="221" /></a>Klasik İngiliz Polisiyesi'nden (hatta isim verelim <a href="https://www.goodreads.com/author/show/123715.Agatha_Christie" rel="nofollow" title="Agatha Christie"> Agatha Christie</a>'den)
esintiler taşıyan kitap, Sultan İkinci Abdülhamit'in istibdat
yönetimindeki İzmir'de bir dizi cinayetin nedenini ve katilini araştıran
İngiliz bir arkeologun hikayesi. İngiliz arkeolog Ronald Morgan, İzmir
sosyetesinin iyi bildiği ve kendisininde de yakın çevresinde yaşayan
levantenlerin bazılarının öldürülmesi ile birlikte dedektifliğe
soyunuyor. Başına gelen heyecanlı maceralar içinde bulduğu küçük
bağlantılar ile katilin kimliğine ulaşmaya çalışıyor. <br /><br />Ancak
kitabın eksileri artılarından fazla. Öncelikle çok karakter var kitapta.
Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, İngilizler, Fransızlar, Almanlar,
Bulgarlar, Osmanlılar, sürekli adı anılan Genç Türkler... Her bir
ulus/etnisite neredeyse bir kadın ve bir erkeğiyle Nuh'un gemisine binen
hayvan çiftleri gibi romanda arzı endam ediyor. Elbette döneminin
İzmir'ini iyi temsil ediyor bu durum. Üstelik hikayenin Osmanlı'ya
yönelik bir ticari mesele ile ilişkilendirilmesi de bu durumu bir kat
daha gerekli kılıyor belki. Ama birbirleriyle aşk, komşuluk, ticaret,
vs. ile ilişki içindeki bu kalabalık insan grubu hikayenin takibini
güçleştiriyor. İsimler bir süre sonra birbirine karışıyor. İngiliz olan
kimdi, Amerikalı ne iş yapıyordu, Bulgar tamam da Rum olan kimin
karısıydı? İngiliz genç kız Fransız kadının arkadaşıydı ama... <br /><br />Bu
durum kitabın ilk 70 sayfasında hiç bir şey olmamasına da yol açıyor.
İlk cinayet 70. sayfadan sonra gerçekleşiyor ve aksiyonu düşük ilerleyen
kitap bir türlü hızlanamıyor. <br /><br />Polisiyenin Kraliçesi de denilen
Agatha Christie romanlarının işte tam da bu yüzden ilk sayfalarında kim
kimdir bölümü yer alır. Bağlantılar, karakterler birbiriyle karışmasın
diye kimin kim olduğu daha ilk sayfada liste halinde verilir. Okur
romanı okurken bir kopma yaşarsa, öndeki bu sayfaya bakıp bağları tekrar
kurabilir. <br /><br />Düello'nun ikinci eksiği gerçekçiliğin kaybolması.
Karakterlerin bazıları örneğin Yıldız İstihbarat Teşkilatının hafiyesi
Rıza Kerim ya da Kolağası Tevfik Bey gibi karakterler daha gerçekçi
öğelerle işlenmişken, Ernest Malcolm, Sofia Dobrev, Charles Williams
hatta baş karakterimiz Ronald Morgan kağıttan kesilmiş oyuncak bebekler
gibi. Başlarına gelen olumsuz şeylerin hiç birinden etkilenmeyen,
yaşadıkları şeyleri hiç olmamış gibi kenara bırakıp iki saat sonra
hayatlarına devam eden tipler. <br /><br />Hikayenin içindeki pek çok yan
unsur onu zenginleştiriyor ama bunlar birbirleriyle ya da final ile
anlamlı bir bağ kuramadığı için anlamlarını da yitiriyorlar. Haçlılar ve
Tapınak Şövalyeleri kitabın sonundaki maskeli baloda giyilen bir
kıyafete bağlanıyor. Simya ve ruhçuluk meseleri sadece boş bir binaya
girilmesine imkan veriyor. Silah ticareti finale kadar en az üzerinde
durulan mesele olduğu halde tüm cinayetler bu iş ile açıklanıyor. Genç
Türkler ise dillerde olan ama ne olduğu bilinmeyen bir mesele olarak
kalıyor.</span></span></div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-18408316417212852022018-03-16T06:47:00.002-07:002018-03-16T06:47:31.497-07:00"O yara kanıyor hala..." Kanayan / Erdal Öz<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhYj6-IS9_-2D0nhWajtW6_KKwtEyred_WswG0xZPRlVUVY27iyU65-S39chud_Ggq-li-altF-82kGneyIE6Ci49lj_-vY4jkDgmVNNwf1caKS1foe4n4PwgMkWqmYRrwcELmg5B1AIE4/s1600/kanayan.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="924" data-original-width="637" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhYj6-IS9_-2D0nhWajtW6_KKwtEyred_WswG0xZPRlVUVY27iyU65-S39chud_Ggq-li-altF-82kGneyIE6Ci49lj_-vY4jkDgmVNNwf1caKS1foe4n4PwgMkWqmYRrwcELmg5B1AIE4/s320/kanayan.jpg" width="220" /></a></div>
<span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview2329147280">Erdal
Öz'ün, Türkiye'nin en çok okunan yazarlarından biri olduğuna eminim.
"Kalbi solda atan", kendini solcu sayan, sosyalizme inanan kim olursa
olsun, Erdal Öz'ün <a href="https://www.goodreads.com/book/show/1547026.G_l_n_n_Soldu_u_Ak_am" rel="nofollow" title="Gülünün Solduğu Akşam by Erdal Öz"> Gülünün Solduğu Akşam</a> kitabını okumuştur mutlaka. <br /><br />O
kitabında 12 Mart muhtırası sonrasındaki sıkıyönetimde yakalanan,
işkencelerden geçirilen, yargılanan, mahkum olan, idam edilen gençlerin;
Deniz Gezmiş'in, Hüseyin İnan'ın, Yusuf Aslan'ın ve onlar gibi pek çok
gencin gerçek hikayeleri anlatılır. İdama giderken Deniz'in
hissettikleri bir gazetecinin kaleme aldığı röporajlar gibi okura
sunulur. <br /><br />Ama bence Erdal Öz'ü büyük bir edebiyatçı yapan, aynı
yıllarda, aynı olayları, bir yazar olarka kurguladığı karakterlerle
anlattığı öyküler, romanlardır. Kanayan o öykülerin bir araya geldiği
bir kitap. <br /><br /><a href="https://www.goodreads.com/book/show/11517258.Yaral_s_n" rel="nofollow" title="Yaralısın by Erdal Öz"> Yaralısın</a>
romanında kullanacağı ikinci tekil kişi anlatımını galiba ilk kez
kağıda geçirdiği "<b>Taş</b>" öyküsü ile başlıyor kitap. Gencecik insanlar
biraraya gelip inandığı sloganları attığı, talepte bulunduğu için
sokaklarda kurşunlanır, karanlık hücrelerde işkence görürken, kendi
bencil kişiliğinden ödün vermeyen toplumun küçük burjuva kesimlerini çok
sert bir taş ile yerle bir ediyor bu öyküsünde Erdal Öz. <br /><br />Onu
"<b>Ernesto</b>" isimli ikinci öyküsü izliyor. Che'nin Bolivya'da CIA destekli
hükümet güçlerince yakalanıp öldürülmesini anlatan birinci bölümün
ardından Orhan Duru'nun bir öyküsü ile güçlü bir şekilde hesaplaşıyor
Erdal Öz. <br /><br />"<b>Kurt</b>", "<b>Güvercin</b>" ve "<b>Sığırcıklar</b>" öyküleri suçu
devlete muhalif olmak olanların 12 mart faşizminin karanlık günlerinde
gördüğü işkencelere zamansız ve mekansız bir ayna tutuyor. Gördüğü
işkencelere değil kendi tutuklanınca hastalanıp ölen Kurt isimli
köpeğine ağlayan genç işçi/sendikacı İsa ile biz de gözyaşlarını
koyuveriyoruz okurken. Tabutluktan çıkarılıp tek kişilik bir hücreye
konan genç adam ile demir parmaklıklı pencereden içeri yanlışlıkla giren
güvercin için çırpınıp duruyoruz. Kentin dev ağaçlarında duran
sığırcıkların bir bıçak gibi aralarına dalacak çaylakları çaresizce
beklemesi gibi, hücrelerinde işkencecilerin gelmesini bekleyenlerden
biri oluveriyoruz...<br /><br />Kitaba ismini veren "<b>Kanayan</b>" ise bambaşka
bir perspektif veriyor bize. Gerillaya katılmaya karar veren bir gencin
annesi ve babasının ağzından yaşadıkları bir tiyatro oyunu gibi, bir
sohbet gibi karşımıza çıkıyor. Bir babanın, bir ananın oğlu için duyduğu
kaygının, "sağ yakalanınca sevindim ama arkadaşlarının ölü bedenlerini
düşününce bencilliğimden kahroldum" diyen bir annenin ızdırabını bize de
yaşatıyor Erdal Öz. <br /><br />İşte bu nedenle yani işlediği karakterlerin duygularını okuruna hissetirdiği için Erdal Öz gerçek bir edebiyatçı.</span></span></div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-71058556735692902532018-03-06T23:53:00.001-08:002018-03-06T23:59:02.344-08:00'Siyah Bira' kaç bardakta sarhoş eder?<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://images.gr-assets.com/books/1459348739l/29742661.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="454" data-original-width="318" src="https://images.gr-assets.com/books/1459348739l/29742661.jpg" /></a></div>
<b><span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview2313119477"><span itemprop="author" itemscope="" itemtype="http://schema.org/Person">
<a class="authorName" href="https://www.goodreads.com/author/show/15139073.Vassilis_Danellis" itemprop="url"><span itemprop="name">Vassilis Danellis</span></a></span>'in
romanı, Siyah Bira, Bir Yunan Polisiyesi üst başlığı ile Labirent Yayınları tarafından basılmış bir kitap. </span></span></b><br />
<span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview2313119477"><br /></span></span>
<span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview2313119477">Kitap, Andreas isimli bir sokak müzisyeninin kendisine bir kaç şişe
bira ısmarladığı gece öldürülen arkadaşı Lazarus'un katilinin kim
olduğunu öğrenmek için sergilediği çabaları anlatan ve Atina'da geçen bir
polisiye.<br /><br />Kitabın eksileri ve artıları var doğal olarak. </span></span><br />
<br />
<span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview2313119477">Hikaye
marjinal bir karakterin, zoraki dedektiflik macerası gibi görülebilir.
Kahramanımızın, arkadaşının katilinin kimliğini tespit edebilmek için
sürdürdüğü araştırmanın verilerini birer birer bizim de önümüze
çıkartıyor Danellis. Böylece biz de katilin kim olduğunu, farklı
olasılıkları tek tek sınayarak tespit etmeye çalıyoruz. Bu kitabın
artısı. </span></span><br />
<span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview2313119477"><br /><span style="color: red;"><b>LEĞENDEKİ SAÇLAR... KİMİN BU SAÇLAR?</b></span></span></span><br />
<span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview2313119477"><span style="color: red;"><b></b></span><br />Eksilerine gelince. Kitabın çevirisi -ne yazık ki- çok
iyi değil. Bu editoryal aşamada üstünden gelinebilecek bir eksiklik. Ama
belli ki editörler kitapla çok uğraşmamış. İşin üzücü yanı Polisiye
edebiyat için çalışan bir yayınevinin kitaba hak ettiği özeni ve doğal
olarak da okuyuca hak ettiği saygıyı göstermemiş olması. Anlatımı
zedeleyen, akıl karıştıran yanlış çevrilmiş kelimeler, Türkçe söz
dizinine uygun olmayan cümleler... Okur olarak şanslıyız ki çok sayıda değil bu hatalar. Ama yine de göze batıyor. Bir örnek vereyim Lazarus'un evinde banyoya giren Andreas, 'leğen'in giderinde saçlar ve bir jilet görüyor... Leğenin gideri olamayacağına göre söz konusu şey duş yapılan ve adına tekne denilen bölüm olsa gerek. Çevirmen bunu gözden kaçırdı diyelim. Editör ve redaktör böyle hataları görmek için var. <br /><br />Bir diğer eksi, kitabın güçlü bir finalinin olmayışı.
Hatta şöyle diyelim, kitabın finalinin olmayışı. Katilin
kimliğini, daha doğrusu olası katil adaylarından hangisinin katil
olduğunu öğrenen Andreas'ın bu bilgiye ulaşmak için uğraşıp durduktan sonra ne yapacağını merak ederek sayfayı çeviriyor
ve hiç bir şey olmayan bir final ile karşılaşıyorsunuz. Bu eksi, editör
ya da çevirmen kaynaklı değil. Yazarın tercihi tabii ki. </span></span><br />
<span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview2313119477"><br /><span style="color: red;"><b>GÖÇMENLER VARDIR... İYİ AMA NEDEN?</b></span></span></span><br />
<span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview2313119477"><br />Atina'da
geçen ve bize çeşitli toplu taşım araçları ile Atina'yı dolaştıran yazar
Danellis'in kitabın tanıtımında ileri sürüldüğü gibi Petros Markaris
polisiyeleri ile Yunan olmak dışında hiç bir benzerliği yok ne yazık ki.
Markaris'te gördüğümüz derinlikli politik alt yapı Danellis'in
kitabında yok. Politikaya yönelik bir iki gönderme geliştirilmeden
bırakılıp es geçilmiş ne yazık ki. Halbuki kitabın geçtiği günler Yunanistan'da ekonomik sıkıntının politik kaos doğurduğu, sürekli sokak eylemleri ile dolu günler... Kitap boyunca bir iki defa yakınlaşılıp uzaklaşılan mülteciler / göçmenler ile ilgili de bir şey olmuyor kitapta. Yazar belli ki böyle bir durumun farkında, o insanları bizlere de gösterip sonra da gözlerini başka bir tarafa çeviriyor. Tüm bu göçmenler olmasa da kitaptaki hikaye hiç bir şey kaybetmez, olmaları da bir şey kazandırmıyor ne yazık ki. Andreas'ın göçmen sevgilisi yerine bir Yunanlı da olsa, sık sık yemek yemeğe gittiği lokanta bir göçmen lokantası olmasa da olur. Ev sahibesi göçmenler olmasa Yunanlı gençler veya anarşistlerden korkacak mesela... Göçmenlerin ve mültecilerin olmasının hikaye açısından bir katkısı yok en azından. <br /><br />Bunun sebebi belki de Danellis'in, 2009'dan beri
Türkiye'de / İstanbul'da yaşayan bir Yunanlı yazar olmasıdır. </span></span><br />
<br />
<span style="color: red;"><b><span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview2313119477">TÜRK KAHVESİ VE RAKI MI </span></span></b><span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview2313119477"><b><span class="short_text" id="result_box" lang="el"><span class="alt-edited">ελληνικά καφέ </span></span> VE </b></span></span><span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview2313119477"><b><span class="short_text" id="result_box" lang="el"><span class="">ούζο </span></span></b></span><b><span id="freeTextreview2313119477">MU?</span></b></span></span><br />
<br />
<span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview2313119477">Bu arada, Türkiye'de yaşaması ile ilgili çarpıcı bir nokta daha var. K</span><span id="freeTextreview2313119477">itapta geçen "Türk Kahvesi" ve "Rakı" acaba yazarın tercihi mi yoksa çevirmen/editör tercihi mi diye düşünmeden edemiyor insan. Eğer yazar öyle yazmadı da çevirmen ya da editör tarafından
"Yunan Kahvesi" ve "Uzo" yerine "Türk kahvesi" ve "Rakı" çevirisi yapıldıysa çok büyük bir problem
olduğunu da söylemeliyim. Yunan ve Türk toplumları arasında bu iki
içeceğin ismi ve kime ait olduğu çok tartışmalı olduğu için eğer çeviride böyle bir şey yapıldıysa ciddi bir gaf... Yok bunu yazar
Türkiyeli okura bir güzellik yapmak adına böyle yazdıysa o zaman
bambaşka boyut kazanıyor bu gönderme... Bunun da altını burada çizmiş olayım.</span></span><br />
<br />
<span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview2313119477">Son olarak bir not daha. Kitabın ismi Siyah Bira. Başta bunun bir anlamı olabilir gibi geliyor. Ama bu da kitabın isminin Noir bir etki uyandırması dışında anlam ifade etmiyor ne yazık ki... Eğer bir gönderme ise, böyle olduğuna dair okurun anlayabileceği bir işareti yok. </span></span></div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-67481750778090128132018-03-06T23:26:00.002-08:002018-03-06T23:26:56.327-08:00Her Temas Bir Öykü Bırakır - 1 <div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
Cenk Çalışır'ın Kafka Okur, Kafa ve 221B dergilerinde yayımlanan öykülerini ve daha önce yayımlanmamış bir kaç öyküsünü içeren "Her Temas Bir Öykü Bırakır" yayınevine göre polisiye bir kitap. Zaten kitabın ismi de ünlü Kriminolog Edmond Locard'ın adıyla anılan Locard Prensibine atıf yapıyor: "Her temas bir iz bırakır." Her ne kadar Locard'ın böyle bir cümleyi dile getirmediği ileri sürülse de adıyla anılan ilke ve Emrah Serbes'in Behzat Ç. karakterini yarattığı ilk romanın isminden dolayı cümle bizlere doğrudan polisiyeyi çağrıştırıyor.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://images.gr-assets.com/books/1481700601l/33384503.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="400" data-original-width="258" height="320" src="https://images.gr-assets.com/books/1481700601l/33384503.jpg" width="206" /></a></div>
Ancak doğruyu söylemek lazım ki kitap polisiye değil, suç öyküleri içeriyor. Hatta bence kitabın en etkileyici bölümü olan son iki öykü (Kod 13 ve Ketenpere) birer casusluk öyküsü. 'Iskalamak', 'Keşke', 'Çamur' ve 'Işık Köprü' isimli öyküleri ise suç öyküsü bile değil. Yani 15 öykünün sadece 9'u suç öyküsü... Suç öyküsü derken açıkça cinayet dışında suçları da içeren, polisiye olmaktan öte suçu işleyenin duygu dünyasından, gerekçelerinden, suçun işleniş biçiminden yola çıkarak anlatılan hikayelerden bahsediyorum tabi. Polisiye öyküler de birer suç öyküsü olmasına rağmen, Suç öykülerinin hepsinin polisiye olması gerekmiyor. <br />
<br />
Öyle ya da böyle, yazarın etkileyici bir atmosfer yarattığını, (dergilere yazdığı için olan) sayfa kısıtlamalarına rağmen güzel öyküler anlattığı ortada. Karakterleri geçmişlerini ve yaptıkları eylemlerin saiklerini anlatarak çıkarıyor karşımıza, eylemi tamamlatıp konuyu daha ileri götürmeden bitiriyor öyküyü. <br />
<br />
Yine bence hikayelerden bazıları uzun öykü ya da kısa roman olarak tasarlanabilir, geliştirilebilir. 'Valizde kalan mektup' ve 'Çakalların Sırrı' mesela. Belki ileride roman olarak okuruz bunları belli mi olur?</div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-90626819188119586052018-03-05T21:32:00.000-08:002018-03-06T21:46:22.927-08:00Gazeteci olanlar mı, gazeteci doğanlar mı?<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<a href="https://images.gr-assets.com/books/1383136136l/18741372.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="475" data-original-width="309" height="400" src="https://images.gr-assets.com/books/1383136136l/18741372.jpg" width="260" /></a><span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview752606423">Gazeteciliğin
yeniden ve yeniden tartışıldığı günlerde yaşıyoruz. Kapitalizmi doğuran
toplumsal şartların ve bir sınıf olarak burjuvazinin ihtiyaçlarından
doğan gazete ve gazetecilik, yeni iletişim teknolojilerinin kullanılmaya
başlanması ile ciddi bir yeniden yapılanma sürecine girdi. </span></span><br />
<br />
<span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview752606423">Hem dünyada
hem de Türkiye’de yaşanan bu süreç bir yandan <b>‘konvansiyonel medya’</b>ya
olan ihtiyaçları ortadan kaldırırken bir yanda da Facebook, Twitter,
bloglar, sözlükler gibi yeni medyalarda enformasyon paylaşımının
gazetecilik olup olmadığı tartışmasını gündeme getiriyor. <br /><br />Alışılmışın
dışında bir hız ve anındalık ile enformasyonu paylaşan ve
yaygınlaştıran internet kuşağı gazeteciliğin yeni versiyonunun kendisi
tarafından gerçekleştirildiği görüşünde. Gazete, televizyon ve hatta
radyo gibi <b>‘geleneksel medya’</b> mensupları ise haber kaynağı olarak
kabul ettikleri bu kuşağın editoryal denetimden geçmeden paylaştığı
enformasyon bombasının gazetecilik olarak görülemeyeceği fikrinde. <br /><br />Konunun
uzmanı olan iki isim, geçtiğimiz yıllarda RTÜK üyesi de olan Prof. Dr.
Korkmaz Alemdar ve Doç. Dr. Ruhdan Uzun tarafından kaleme alınan ve
Tanyeri Kitap tarafından yayımlanan <b>Herkes İçin Gazete-ci-lik</b> isimli kitap tam da bu tartışmaların içinde boy gösteriyor. <br /><br /><span style="color: red;"><b>YAZARLAR AKADEMİSYEN AMA KİTAP BİLİMSEL DEĞİL</b></span><br /><br />Kitabın
sıkıntılarını dile getirmeden önce olumlu yanlarını sergilemekte fayda
var. Kitap didaktik diline ve bir ders kitabı şeklinde yazılmasına
rağmen oldukça akıcı. Yazanlar <b>akademisyen</b> ama kitap <b>bilimsel</b> değil. <br /><span style="color: red;"><b> </b></span></span></span><br />
<span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview752606423"><span style="color: red;"><b>"TÜRKİYE ÜZERİNDE OYNANAN KOMPLOLAR"</b></span><br /><br />Türkiye’de
ve dünyada gazetecilik mesleğinin tarihine, yapılış biçimlerine, etik
kodlarına dair pek çok bilgi kitapta yer alıyor. Kitabı okuyup
bitirdiğinize nasıl haber yazılacağından, gazetelerin doğuş serüvenine;
gazete dağıtımından, web sayfası hazırlamaya; etik değerlere uymaktan, <b>‘Türkiye üzerinde son dönemde oynanan uluslararası komplolar’</b>a kadar pek çok şeyi öğrenmiş oluyor insan. <br /><br />Son
cümlenin biraz karmaşık olduğunun farkındayım, kısaca açıklamaya
çalışayım. Kitap, yazarlarının uzmanlık alanı olan iletişim biliminin
pek çok boyutuna dair, 1990’lardan bu güne kadar yazdıkları pek çok
metinin bir araya getirilmesi, hatta ne yazık ki editoryal bir okumadan
bile geçmeden arka arkaya sıralanmasıyla oluşturulmuş gibi... Bu nedenle
sık sık tekrarlara rastlamak mümkün. Hatta o kadar ki, kitapta “Etik”
konusu –neredeyse birbirinin tersi analizlere sahip– iki bölümde ele
alınıyor.<br /><br /><span style="color: red;"><b>KİTABI ZATEN YAZIYORDUK, GEZİ PATLAK VERİNCE...</b></span><br /><br />Zaten kitabın yazarlarından Alemdar da kendisiyle yapılan bir röportajda: <b>“Kitap
zaten gazeteciliğe giriş kitabı olarak zaten yazılıyordu. Ama Gezi
olaylarına rastlayınca içeriğinde bu yeni duruma yanıt veren bir takım
bilgiler içerdi, öneriler getirdi”</b> diyor.</span></span><br />
<span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview752606423"></span></span><br />
<span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview752606423"></span></span><br />
<br />
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="http://www.umitsamimi.com/wp-content/uploads/2013/07/gezi-parki-araba.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://www.umitsamimi.com/wp-content/uploads/2013/07/gezi-parki-araba.jpg" data-original-height="525" data-original-width="700" height="300" width="400"></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Gezi Direnişi sırasında protestocuların saldırısına uğrayan NTV canlı yayın aracı</td></tr>
</tbody></table>
<span class="readable reviewText"><span id="freeTextreview752606423"><br /><span style="color: red;"><b>KİTABA HAKİM İDEOLOJİ: ULUSALCILIK</b></span><br /><br />Bundan daha kötüsü yazarların <b>ulusalcı</b> tavrının kitabın tamamına sinmiş olması. Bundan kastım, kitabın Uğur Mumcu, Hrant Dink gibi <b>“öldürülen gazeteciler”</b> ile birlikte, Yalçın Küçük, Doğu Perinçek gibi <b>“gazeteciliğe yazar olarak emek vermiş bilim insanlarına”</b> adanması değil sadece. <br /><br /><b>“Türk siyasal yaşamı devrimler ve karşı devrimler olarak nitelendirilebilecek gelgitlerle doludur”</b>
diyen (s:189) yazarların bu perspektifi seçimle iktidara gelenleri de,
onları devirenleri de karşı devrimci olarak niteleyebilmektedirler
örneğin. Sonuçta devrimler ise Atatürk dönemi ve 27 Mayıs ile sınırlı
kalmaktadır. Ya da yine yazarlara göre <b>“Türk halkı, sorunlarının
çözümü için, Kürtlerin isteklerinin verilmesi gerektiğine inandırılmak
istenmektedir. Bunun aslında ABD ve İsrail’in sınırları yeniden
belirlenmesi politikası olduğunu halkın görmesi yetmemektedir. (...)
Mustafa Kemal’in büyük bir öngörüyle sözünü ettiği karşı devrim
ilerlemektedir”</b> (s:195). <br /><br /><span id="goog_1400675729"></span><span id="goog_1400675730"></span>Bu ulusalcı analizlerin, “gazeteci
olmak için çalışan ve kitabı okuyan genç insanlara” geçmişte neler
olduğunu hatırlatmaktan başka bir amacı olduğu da aşikar. <br /><br /><span style="color: red;"><b>GAZETECİLİK KURSTA ÖĞRENİLMEZ, FAKÜLTESİNE GİDİN <br />YA DA BOŞVERİN FAKÜLTEYİ, OKULU; KİTABI OKUYUN YETER...</b></span><br /><br />Zaten
kitabın içeriğinin bir sıkıntısı da hedef kitlesinin kim olduğuna dair
içerdiği kafa karışıklığı... Gazetecilerin uzun süre <b>‘alaylı’</b> olmayı <b>‘mektepli’</b>
olmaya tercih etmelerini, hatta “gazeteci olunmaz gazeteci doğulur”
sözünün uzun süre geçerliliğini korumasını eleştiren yazarlara şöyle
yazmaktadır: <b> “Günümüzde iletişim fakültelerini küçümsemenin altında
büyük olasılıkla bu tutum vardır. Gazetecilik, herkesin istediği zaman
yapabileceği bir iş, bir meşgale olarak görünmeye devam etmektedir.
Bunun nedeni iletişim fakültelerindeki eksikliklerden çok, büyük kısmı
diplomalı bile olsa iletim eğitiminden gelmeyen gazetecilerin suyun
başını tutmasından kaynaklanıyor. Onlar gibi düşünenler bugün
gazeteciliğin kısa süreli kurslarla öğrenebileceği yanılgısını
sürdürmeye devam etmektedirler.”</b> <br /><br />Ancak bu cümleleri kitabında dile getiren yazarlar, hem böyle düşünüp hem de ismi <b>Herkes İçin Gazete-ci-lik</b>
olan bir kitap yazabilmekte; bırakın kısa süreli kursu, kitabı okuyan
herkesin gazeteciliğin temellerini öğrenebileceğini ileri sürmekteler. <br /><br />Hatta yine kitabın giriş bölümünde <b>“Sorunlara duyarlı, dile getirme isteği ve cesaretine sahip herkesin yeni olanaklar kullanarak gazeteci olması mümkün görünüyor”</b> diyebilmektedirler (s:22). <br /><br /><span style="color: red;"><b>İTTİHATÇILARIN ÖLDÜRDÜĞÜ GAZETECİLER YOK... İSTİKLAL MAHKEMESİ DUYARLI OLUN UYARISIYDI... TÜRKİYE DÜNYA SAVAŞINDA TARAFSIZDI... </b></span><br /><br />Yazarların
ulusalcı perspektifleri nedeniyle, İttihat ve Terakki rejiminin sansür,
sürgün ve gazeteci cinayetlerine varan tutumuna kitapta yer
vermemişler. <br />Aynı şekilde Kürt isyanı sonrası çıkartılan Takrir-i Sükun Kanununu <b>“gazetecileri rahatsız etti”</b>, İstiklal Mahkemelerinde gazetecilerin yargılanmasını <b>“rejimin duyarlı olunması uyarısı”</b> gibi cümleler ile geçiştirmişler. <br />İkinci Dünya Savaşı’nda hükümetin tarafsız bir tutum sergilediğini ileri sürmüşler. <br />WikiLeaks’ten söz edilen bölümde, o belgeleri Türkiye’de yayınlayan <b>Taraf</b> gazetesinden hiç söz etmemişler. <br />Tüm bunları ideolojik duruşlarından ötürü saymak; kabul etmek değil ama normal karşılamak –belki– mümkündür.<br /><br />Ancak, kitabın temel tezinin –yazarların hayata soldan baktıkları iddialarına rağmen– <b>“basının dördüncü güç olduğu”</b> şeklindeki liberal tezlerde ileri sürüldüğü gibi <b>‘gazeteci
eğitimini alır, muhabir ve patron etik kurallara uyar, herkes işini
kuralına uygun yaparsa, gazetecilik meslek olarak içine düştüğü
sıkıntılı durumdan kurtulur’</b> açmazına mahkûm olmasını kabullenmek mümkün değil. </span></span><br />
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://roselawgroupreporter.com/wp-content/uploads/2013/07/blog-newspapers.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="382" data-original-width="596" height="256" src="https://roselawgroupreporter.com/wp-content/uploads/2013/07/blog-newspapers.jpg" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Dördüncü Güç Yaklaşımına göre basın/medya demokrasinin ayakta kalması için kamu görevi yapar. Peki kimin demokrasisidir söz konusu olan? Bu sorunun yanıtı verilmez!..</td></tr>
</tbody></table>
</div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-35969387307401912017-01-08T04:05:00.002-08:002017-01-08T04:05:58.379-08:00Kapital Manga #2: Engels Kapitalizmi Anlatıyor <div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<h3>
Kapital Manga eserinin ikinci cildi Marx’ın meta, değer, ücret ve
kriz gibi kavramlarını gerçek örnekler eşliğinde üstelik Engels’e
anlatırıyor.</h3>
<span id="more-2794"></span><br />
<strong>Kapital Manga</strong>‘nın ikinci cildi, bilimsel sosyalizmin kurucusu <strong>Karl Marx</strong>‘ın
opus magnum’u olan Kapital’i ilk cilt gibi öyküleştirmeye devam ediyor.
Marx’ın ideolojisindeki temel kavramlarını, bir peynir fabrikasındaki
üretim süreçleri etrafında gelişen çarpıcı bir öyküyle iç içe anlatan
manga, genellikle “göz korkutan” bir eser olarak görülen metni geniş bir
okuyucu kitlesinin rahatlıkla okuyup algılayacağı bir özelliğe
kavuşturuyor.<br />
<br />
Japonya’da klasikleri manga olarak yayımlayan <strong>East Press</strong> tarafından basılan ve Ekim 2009’da Türkçeye kazandırılan ilk cildinin ardından ikinci cilt de dünyada ilgi uyandırmış.<br />
Manga’nın ikinci cildi, Marx’ın ölümünden sonra Kapital’in ikinci ve üçüncü ciltlerini yayına hazırlamış olan yoldaşı <strong>Friedrich Engels</strong>‘in anlatıcı olarak karşımıza çıktığı bir metin kurgusuna sahip.<br />
<br />
<img alt="Kapital Manga" class="aligncenter size-full wp-image-2809 td-animation-stack-type0-2" height="201" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/02/kapital_manga_021.jpg" width="400" /><br />
<br />
<strong>Engels</strong>, meta, para, kullanım ve değişim değeri,
değişmeyen ve değişen sermaye, artık değer gibi kavramları örnekler ile
açıklayarak sömürünün nasıl gerçekleştiğini, kapitalist üretim sürecinin
nasıl kaçınılmaz olarak bunalımlara yol açtığını, ilk ciltteki gibi
peynir fabrikasının müdürü olan <strong>Robin</strong> ve sermayedar <strong>Daniel</strong> ve işçi sınıfını temsilen Karl’ın yaşadıkları üzerinden çarpıcı ve anlaşılır bir dille özetliyor.<br />
<br />
Robin ve Daniel, peynir pazarına hakim olurken, işlerini büyütmenin
keyfini yaşamakta, piyasaya sundukları yeni peynir çeşidi çok tutulup
satışlar artarken, artan talebi karşılamak için krediler alıp
fabrikanın kapasitesi artırır ve makineleri yeniler. Her şeyin
tıkırında giderken, bir anda patlayan ekonomik krizle fabrikalar
kapanır, işçiler kendilerini kapı dışanda bulur, bankalar birbiri ardına
batar.<br />
<br />
<br />
<img alt="Kapital Manga" class="aligncenter size-full wp-image-2808 td-animation-stack-type0-2" height="400" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/02/kapital_manga_031.jpg" width="259" /><br />
<br />
Yayınevi kitabın tanıtım metninde,<em> “Kapital Manga, zevkli bir
okuma vaat ediyor: Hem Kapital’in pasajları içinde gezinirken aylarını
tüketmiş olanlar için, hem Kapital’i okuma hayalini hayata geçirememiş
okuyucular için… Hem Kapital’in en temel kavramlarıyla tanışmak isteyen
gençler için, hem de genç-yaşlı çizgi roman ve manga tutkunları için…” </em>diyerek doğru bir noktanın altını çiziyor. Kitap kolay anlaşılırlığı ile dikkat çekiyor. <em></em><br />
<em><br />
</em><br />
Ancak eksileri de var. İlk cildin küçük boyutu ikinci ciltte Yordam
Yayınları Manga serisinin devam eden ölçüsü ile değişecek bu yüzden de
birinci ve ikinci cilt yan yana geldiğinde birbirine eşit olmayan
boylarda çıkıyor karşımıza.<br />
<br />
<img alt="kapital_manga_04" class="aligncenter size-large wp-image-2810 td-animation-stack-type0-2" height="295" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/02/kapital_manga_04-1024x755.jpg" width="400" /><br />
<br />
Ayrıca içerik olarak da metafiziğe, idealizme ve hayal dünyasına
karşı çıkması beklenen Marksist dünya görüşünün ele alındığı bir metinde
Marx’ın hayaletinin bir anda ortaya çıkması, Engels’i dahi korkutması
da gereksiz bir ayrıntıya dönüşmüş. Tıpkı Engels’in para’nın ortaya
çıkış hikayesini anlatırken Paranın üzerinde resimlerinin yer alması
gibi. Bu sembolizme en çok itiraz edecek olan şüphesiz Engels’in kendisi
olurdu herhalde.<br />
<br />
Herşeye rağmen Marx ve Engels’in ne anlattığını merak edenler için iyi bir başlangıç kitabı <strong><a href="http://www.yordamkitap.com/book.php?bookId=102" target="_blank">Kapital Manga</a></strong>.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<i>Bu yazı ilk kez 13 Şubat 2016'da manganimeTR.com adresinde yayımlanmıştı.</i> </div>
</div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-86498436987491119242017-01-08T04:03:00.000-08:002017-01-08T04:03:20.887-08:00Kapital Manga #1: O Eski Hikaye<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<h3>
Kapital Manga’nın birinci cildi Marx’ın tezlerini, işçinin emeğinin
nasıl sömürüldüğünü kuramsal değil gerçek hayattan örnekleri ile
anlatıyor.</h3>
<span id="more-2767"></span><br />
Komünist teorinin kurucusu <strong>Karl Marx’</strong>ın <em>Das Kapital, Kritik der politischen Ökonomie</em> ismini verdiği ve 1867 yılında ilk kez basılan ‘opus magnum’u <strong>Kapital</strong>
bu kez oldukça farklı bir şekilde okur karşısında. East Press ve
Variety Art Works tarafından hazırlanan ve Yordam Kitap tarafından H.
Can Erkin çevirisi ile Türkçe baskısı yapılan<strong> Kapital Manga</strong>’nın
birinci cildi, ekonomi biliminin ağır kuramsal içeriği ve 650 ile 770
sayfa arasında değişen kapsamlı metinden farkını hemen belli ediyor
aslında.<br />
<br />
Küçük boy, 192 sayfalık boyutlarıyla <strong>Kapital Manga</strong>,
bugüne değin üzerine yüzlerce yeni kitap, binlerce makale, yüzbinlerce
cümle yazılmış olan bir metni, hem anlaşılır kılıyor hem de okura yeni
bir dünyanın kapılarını açıyor.<br />
<br />
<img alt="kapital_manga_02" class="aligncenter size-large wp-image-2772 td-animation-stack-type0-2" height="400" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/02/kapital_manga_02-749x1024.jpg" width="292" /><br />
<br />
Japoncası 2008 yılında yayımlanan, Türkçe baskısı ise ertesi yıl gerçekleşen <strong>Kapital Manga</strong>, Marx’ın ekonomi politik bilimine getirdiği kuramsal ve eleştirel içeriği hikayeleştirerek yeniden kurguluyor.<br />
<br />
<img alt="kapital_manga_03" class="aligncenter size-full wp-image-2773 td-animation-stack-type0-2" height="257" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/02/kapital_manga_03.jpg" width="400" /><br />
<br />
Hikayenin kahramanları ise, babası ile birlikte peynir üreten ve bunu
pazarda kendisi satan Robin, Robin’in platonik aşkı banka sahibinin
kızı Anny, Anny aracılığı ile tanıştığı ve kendisine bir fabrika kurmak
için sermaye veren Daniel ve hepsinin ötesinde fabrika işçisi Karl.<br />
<img alt="kapital_manga_01" class="aligncenter wp-image-2771 size-full td-animation-stack-type0-2" height="640" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/02/kapital_manga_01.jpg" width="411" /><br />
Robin bir küçük üreticiyken, hırsları ve Daniel’in ona sunduğu
fırsatlar ile bir fabrika yöneticisine dönüşürken, Karl ve diğer
işçileri sömürerek, onların ürettiği artı değerin üzerine konarak,
sömürünün açığa çıkması üzerine ise Daniel’in “zengin olmak istiyorsan
sömüreceksin” sözlerinden ilham alarak kaba güce başvurması ile
kapitalistleşmesinin anlatıldığı hikaye Marx’ın tezlerinin gerçek
hayattaki yansımalarını gözler önüne seriyor.<br />
<br />
Robin hikayenin kötü adamı Daniel’den sömürü düzeninin sırlarını
öğreniyor. Meta’yı, ücreti, emek ve değerini, artı değeri kısaca bize
Marx’ın 150 yıl önce anlattığı kapitalizmin işleyiş biçimini anlatıyor
Daniel Robin’e.<br />
<br />
Manganın tek sorunu Daniel’in şeytani bir karakter, Robin’in de
hırslarına yenik düşmüş bir insan olarak çizilmesi. Halbuki Marx’ın da
altını çizdiği gibi kapitalist kötü niyetli ya da kötü bir insan olduğu
için değil, kapitalist sistemin çarkları başka türlü dönmeyeceği için
sömürür işçileri.<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<i>Bu yazı ilk kez 12 Şubat 2016'da manganimeTR.com adresinde yayımlanmıştı.</i> </div>
</div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-86644245501421379582017-01-08T04:00:00.001-08:002017-01-08T04:00:28.602-08:00Gon: Sessiz Sedasız Bir Küçük Dinozor <div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<h3>
<span style="font-size: small;">Japonya’nın aksine, Batı’da popülerlik kazanan bir manga olan Gon,
“anarko-punk” özelliklerle dolu bir adalet ve şiddet anlayışı taşıyor.</span></h3>
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;">
Küçük bir dinozor olan <strong>Gon</strong>, mangaka <strong>Masashi Tanaka</strong>‘nın Japonya’dan çok Batı’da bilinen aynı isimli mangasının esas karakteridir.<br /></span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;">Paleolitik çağın bir temsilcisi olan dinazorumuz, huysuz ve neşeli
bir karakter olmasının yanı sıra çok zayıf ve küçük gözükmektedir. Ancak
boyundan beklenmeyecek kadar güçlü ve çeviktir.<br /></span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;"><img alt="Gon (Manga) İthaki Yayınları" class="aligncenter size-full wp-image-1783 td-animation-stack-type0-2" height="611" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/01/gon_01_mangAnime_TR.jpg" width="391" /></span>
<span style="font-size: small;"><strong><br /><br />SESSİZ BİR DİNAZOR(CUK)<br />
</strong><br />
Kahramanımız <strong>Gon</strong>, ormanda birçok hayvan ile birlikte
yaşamaktadır. Manga’nın en belirgin özelliği, onun Japonya dışındaki
dünyada popüler olmasını da sağlayan hiç bir konuşma içermemesidir</span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;">Mangaka <strong>Tanaka</strong> eserinin sessizliği ile ilgili olarak düşüncesini şöyle anlatıyor: <em>“Bu
çalışma hiçbir diyalog içermiyor. İnsanlar hep bunu neden yaptığımı
soruyor bana. Ben başından beri, konuşmanın gerekli olduğunu
düşünmüyorum. Manga, gramer olmadan da bir dile sahip olmalıdır. Ayrıca
hayvanların insan gibi konuşmalarının da garip olduğunu düşünüyorum.
Mangada önemli olanın ifade sanatını geliştirmeye devam etmek olduğuna
inanıyorum ve bunu yapmaya çalışıyorum.” <br /></em></span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;"><img alt="Gon (Manga) İthaki Yayınları" class="aligncenter wp-image-1782 td-animation-stack-type0-2" height="319" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/01/gon_02_mangAnime_TR.jpg" width="499" /><br /><br /></span>
<span style="font-size: small;"><strong>SESSİZ AMA SUSKUN DEĞİL<br /></strong></span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;"><strong>Gon</strong>‘un durumu için Türkçe’de çok güzel bir deyim var aslında: <strong>“Ufak tefek gördün de Karamürsel sepeti mi sandın?” </strong>denilen
durum kahramanımızla bire bir uyuyor. Onun sessizliği suskunluğundan
değil. Aksine, yırtıcı, işbitirici, hatta hilebaz bir karakter <strong>Gon</strong>.
Güçsüzün yanında, zorbanın karşısında pozisyon almasıyla dinazorumuz,
anarko-punk ideolojinin şiddete meyyal yanını temsil ediyor denilebilir.
Maceralarında adaleti sağlamaya çalışmak gibi bir rol biçiyor çoğu kez
kendine, ancak bu durum onun da etobur bir hayvan olduğu gerçeğini
değiştirmiyor.</span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;"><img alt="Gon (Manga) İthaki Yayınları" class="aligncenter size-full wp-image-1784 td-animation-stack-type0-2" height="375" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/01/gon_03_mangAnime_TR.jpg" width="500" /><strong><br /><br />GON’UN YAYIN MACERASI<br />
</strong><br />
1991 yılında Japonya’da <strong>Kodansha</strong> tarafından
yayımlanmaya başlanan manga, 1994 yılında İngiltere’de Mandarin
Yayıncılık tarafından, ABD’de de 1996 yılında Paradox Press tarafından
yayımlandı ve kısa zamanda popüler oldu.<br /></span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;">1998 yılında, Japonya Medya Sanatları Festivalinde Mükemmellik Ödülü alan <strong>Gon</strong>, Türkçe’de de <strong>İthaki Yayınları</strong> tarafından 1999 Eylül’ünde büyük boy olarak basılmıştır. Gon’un bizim için en önemli özelliği, Türkiye’de yayımlanan <strong>ilk manga</strong> olmasıdır.</span><br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<span style="font-size: small;"><i>Bu yazı ilk olarak 19 Ocak 2016'da manganimeTR.com'da yayımlanmıştı.</i> </span></div>
</div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-78532294336871270692017-01-08T03:54:00.002-08:002017-01-08T03:55:33.543-08:00Indigo Blue: Lezbiyen Bir Yazarın Aşkla İmtihanı<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<br />
<div style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;">
<span style="font-size: small;"><img alt="indigo_blue_kapak_mangAnime_TR" class="alignright size-full wp-image-1667 td-animation-stack-type0-2" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/01/indigo_blue_kapak_mangAnime_TR.jpg" height="400" width="285" /> </span></div>
<span style="font-size: small;"><b><i>“Eşcinsel aşk”</i></b> mangalarda sık rastlanan bir
konu aslında. Üstelik neredeyse bu temanın tek hakim konu olduğu,
kızlar ya da erkeklere seslenen gençlik mangaları da <b>Japonya</b>‘da oldukça popüler.</span><br />
<br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;">Mangaka <b>Ebine Yamaji</b>’nin <b>“<i>Josei</i>”</b> türünde sınıflandırılan çalışması <b>Indigo Blue</b>
da, lezbiyen bir yazarın biri erkek, diğeri kadın iki aşkı arasındaki
savrulmasını, yazarlık bunalımları, cinsellik ve yalanlarla süslediği
zarif bir hikaye ile dikkat çekici bir şekilde anlatıyor. Manganın
hikayesinin sadeliği kadar, belki de ondan çok daha fazla dikkat çeken
yanı ise yalın çizimleri.</span><br />
<br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;">Karelemelerdeki rahatlık, kadın ve erkek bedenin yalınlığı, zeminin,
gölgelerin ve ışığın çizimdeki etkisi ve arka plandaki şehir çizimindeki
incelik, bireysel bir bunalımdan oluşan sakin, hatta durağan hikayeyi
çok daha okunur kılıyor.<img alt="indigo_blue_001_mangAnime_TR" class="aligncenter size-full wp-image-1664 td-animation-stack-type0-2" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/01/indigo_blue_001_mangAnime_TR.jpg" height="525" width="500" /></span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;"><b><br />YAZAR NAKAGAWA RUTSU’NUN İÇİNE DÜŞTÜĞÜ AŞK ÜÇGENİ</b></span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;">Mangaka <b>Yamaji</b>’nin sade ve zarif hikayesini onun affına sığınarak ve ayrıntılarından söz ederek bir parça anlatmaya çalışayım öncelikle:</span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;"><img alt="indigo_blue_010_mangAnime_TR" class="aligncenter size-full wp-image-1657 td-animation-stack-type0-2" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/01/indigo_blue_010_mangAnime_TR.jpg" height="287" width="500" /></span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;">3 kişi etrafında dönen bir hikaye <b>Indigo Blue</b>.</span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;">Çevresindeki pek çok kişiye göre ‘soğuk’, kendine fazlasıyla hakim, 28 yaşında bir <b>Nakagawa Rutsu</b> esas kızımız. Rutsu’nun üniversitede beraber okuduğu ama yıllar sonra yakınlaştığı <b>Ryuuji</b>,
Rutsu’nun hem kendisinden bir yaş büyük sevgilisi hem de editörü. Onun
çalışmalarını okuyup değerlendirdiği gibi, Rutsu ile evlenip birlikte
yaşamak istiyor bu yakışıklı genç. Nerve isimli edebiyat dergisinin
editörü olan <b>Yano Tamaki</b> ise hikayenin üçüncü ayağı.
Rutsu’nun okuru ve tanıştıktan kısa süre içinde amansız bir aşk ile
birbirlerine bağlanacaklar. Yano ve Rutsu’nun inişli çıkışlı aşkı,
Rutsu’nun Ryuuji ile ilişkisi ve tüm bunların bir yazarın yaratma
sürecindeki sıkıntıları ile birleşimi aslında <b>Indigo Blue</b>.</span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;"><img alt="indigo_blue_008_mangAnime_TR" class="aligncenter size-full wp-image-1659 td-animation-stack-type0-2" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/01/indigo_blue_008_mangAnime_TR.jpg" height="292" width="500" /></span><br />
<br />
<span style="font-size: small;"><b>Rutsu</b> üniversite yıllarında yaşadığı bir aşk ve
ilişkiyi hiç kimseye itiraf edemediği için yazmaya başlamış ve ortaya
ilk romanı çıkmıştır. Kendisi ile okulda beraber okuyan ancak o dönemde
çok da yakın bir ilişkileri olmayan <b>Ryuuji</b> yıllar sonra <b>Rutsu</b> ile yakınlaşacak, ancak pek de güllük gülistanlık olmayan bir ilişkileri olacaktır.</span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;">Cinsel olarak birbirilerine zevk vermektedirler ancak <b>Rutsu,</b> <b>Ryuuji</b>’den
çok farklıdır. Onun gibi evlenmek, çocuk sahibi olmak istemez.
Hayatının kimseye itiraf etmediği başka bir başka boyutu vardır. O boyut
<b>Yano Tamaki</b> ile tanışması ile yeniden su yüzüne çıkacaktır.</span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;"><img alt="indigo_blue_002_mangAnime_TR" class="aligncenter size-full wp-image-1666 td-animation-stack-type0-2" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/01/indigo_blue_002_mangAnime_TR.jpg" height="444" width="400" /></span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;"><b><br />HAYATINI KAĞIDA DÖKEN BİR YAZAR, YAZMAK İÇİN NELERE KATLANABİLİR?</b></span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;"><b>Tamaki</b>, <b>Rutsu</b>’nun üniversite
yıllarındaki gizli aşkını anlattığı öyküsündeki karakterlerin ikisinin
de kadın olduğunu, romanda hiç anlatılmasa da ilişkinin bir lezbiyen
aşkı olduğunu anlamış ve bunu bir yazar olarak “hayranı” olduğu Rutsu’ya
söylemiştir. Bu farkındalık Rutsu’nun sevgilisi <b>Ryuuji</b> ile olan ilişkisini iyice bozacaktır. Rutsu ile <b>Yano</b>
arasında lezbiyen bir ilişki başlarken, Rutsu editörü de olan
Ryuuji’den ayrılmayarak, birbirinden habersiz iki sevgilisini de “idare”
edecektir. Bu durumun sebepleri arasında Rutsu’nun yazmaya çalıştığı
roman için Ryuuji’ye editör olarak ihtiyaç duyması da önemli bir yer
tutuyor.</span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;"><img alt="indigo_blue_007_mangAnime_TR" class="aligncenter wp-image-1660 size-full td-animation-stack-type0-2" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/01/indigo_blue_007_mangAnime_TR.jpg" height="246" width="500" /></span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;">Rutsu’nun aşık olduğu kadın ile editörü olan sevgilisi arasında bir
tercih yapmaması, iki sevgilisi ile de birbirinden habersiz ilişkisini
sürdürmesi, mangayı okuyanlarda “az sonra her şey ortaya çıkıverecek”
duygusuyla heyecanı yükseltirken, birbirine geçmiş yalanların, çıkarlar
için insanların birbirini kullanmasının, insanın kendisine bile itiraf
etmekten kaçındığı gizli duyguların ard arda sıralandığı sayfalar akıp
gidiyor.</span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;"><img alt="indigo_blue_005_mangAnime_TR" class="aligncenter size-full wp-image-1665 td-animation-stack-type0-2" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/01/indigo_blue_005_mangAnime_TR.jpg" height="452" width="403" /></span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;"><b><br />YALANLAR, CİNSEL GERİLİMLER VE GENÇ KADININ RUH HALİ</b></span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;">Mangaka Yamaji 196 sayfada bir yazarın bireysel bunalımını, cinsel
bir gerilimi, ne yapacağını bilememe halini anlattığı kadar; aldatan,
faydalanmaya çalışan, sevdiğini söylediği iki insandan birden
vazgeçmeyen bir genç kadının ruh halini de çok başarılı bir şekilde
tasvir etmiş Indigo Blue’da.</span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;">Ebine Yamaji, zaten tüm eserlerinde bu ve benzer konuları işleyen bir mangaka. Indigo Blue dışında, <b>Free soul</b> ve <b>Love My Life</b> gibi çalışmaları ile tanınıyor. Mangaları <b>Feel Young</b> (フィールヤング) <b>Young You</b>
(ヤングユ) gibi josei dergilerinde tefrika edilmiş. Fransızca ve
İtalyanca’ya çevrilmiş. Resmi İngilizce baskısı olmadığı gibi Türkiye’de
de (içerdiği cinsellik yüzünden) kitap olarak basılması hiç de kolay
değil. Ancak özellikle fan-sub grupları tarafından çalışmaları Türkçeye
çevrilmiş durumda. Kısa bir internet araştırması ile Indigo Blue’nun
Türkçe versiyonu da bulabilirsiniz.</span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;"><a href="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/01/indigo_blue_003_mangAnime_TR.jpg"><img alt="indigo_blue_003_mangAnime_TR" class="aligncenter size-full wp-image-1663 td-animation-stack-type0-2" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/01/indigo_blue_003_mangAnime_TR.jpg" height="295" width="500" /></a></span><br />
<br />
<span style="font-size: small;"><b>BİR TÜR OLARAK JOSEİ MANGA</b></span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;">Gelelim, tür olarak “Josei manga”nın ne olduğuna. Josei, genelde
kadınlar tarafından çizilen ve 18 yaş üstü genç ve yetişkin kadın
okuyucu kitlesini hedef alan mangalar için kullanılıyor. Kelime Japonca
“dişi” anlamına geliyor ve cinselliğe dair bir doğrudan göndermesi yok.</span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;">Josei hikayeler genellikle, Japonya’da yaşayan kadınların gündelik
yaşamları hakkında. İdealize edilmiş bir romantizm yerine gerçekçi bir
aşkı anlatıyorlar. Yetişkinlere yönelik olması da cinselliğin daha rahat
kullanılmasını sağlıyor.</span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;"><img alt="indigo_blue_004_mangAnime_TR" class="aligncenter size-full wp-image-1662 td-animation-stack-type0-2" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/01/indigo_blue_004_mangAnime_TR.jpg" height="464" width="500" /></span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;"><b>SONUÇ OLARAK…</b></span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;">Tekrar etmek gerekirse, <b>Indigo Blue</b>, genç bir kadının biri erkek, diğeri kadın iki kişi arasındaki kaldığı bir aşk hikayesi. Esas karakterimiz olan <b>Nakagawa Rutsu </b>bir
yanda hayatının aşkı olan kadını buluyor, diğer yanda kariyeri için
vazgeçilmez olduğunu düşündüğü editör sevgilisi ile birlikteliğini
sürdürüyor. Bireysel istekleri yüzünden iki kişinin hayatını acımasız ve
düşüncesizce mahveden bir genç kadın Rutsu. Ancak bütün iyi hikayelerde
olduğu gibi karakterler yaşanan olaylarla beraber gelişiyor, değişiyor,
öğrendiklerinden ders çıkartıyor Indigo Blue’da da.</span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;"><img alt="indigo_blue_009_mangAnime_TR" class="aligncenter size-full wp-image-1658 td-animation-stack-type0-2" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/01/indigo_blue_009_mangAnime_TR.jpg" height="265" width="500" /></span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;">Rutsu manganın sonunda şöyle diyor kendi kendine:</span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;"><i>“Hikayemi baştan okuyunca, satırların arasındaki boşlukta
süzülürken onlarla karşılaşıyorum. O günkü Tamaki, o günkü Ryuuji ve o
günkü kendimle. (…) Bir gün bu hikayenin varlığını unutmak isteyeceğimi,
ve bunun için saatlerimi, günlerimi harcayacağımı düşünüyorum.”</i></span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;"><img alt="indigo_blue_006_mangAnime_TR" class="aligncenter wp-image-1661 size-full td-animation-stack-type0-2" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/01/indigo_blue_006_mangAnime_TR.jpg" height="192" width="500" /></span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;">Son bir not olarak da Mangaka <b>Ebine Yamaji</b>’nin bu
çarpıcı hikayesini okumak için lezbiyen, eşcinsel ya da kadın olmanız
gerekmediğini anımsatayım. Bu hikaye üç insanın yaşamından bir kesit ve
insana dair bir manga. Yani ilgilenmek, okumak ya da sevmek için sizin
de bir insan olmanız yeterli.</span><br />
<span style="font-size: small;">
</span><span style="font-size: small;">Ancak hikayenin temel örgüsünde cinselliğin önemli bir yer tuttuğunu
da okumaya karar vermeden önce anımsamanız gerekiyor. Eğer erotizmden
veya çıplak bedenlerden korkuyorsanız bu manga size göre değil.</span><br />
<br />
<div style="text-align: center;">
<span style="font-size: small;"><i>Bu yazı ilk olarak 17 Ocak 2016'da manganimeTR.com sitesinde yayımlanmıştı.</i> </span></div>
</div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-80390219746783689342017-01-08T03:41:00.000-08:002017-01-08T03:41:30.176-08:00Jan janlı ambalajında bayat bir şekerleme: Hakan Nordik'ten başarısız bir polisiye "TEK"<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.dogankitap.com.tr/images/kapak/Tek.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://www.dogankitap.com.tr/images/kapak/Tek.jpg" height="400" width="257" /></a></div>
Başarısız bir siyasi polisiye olmuş Hakan Nordik'in kitabı. Bu
başarısızlığı yayınevinin yazarın ismini gizlemesi, grubun gazetelerinde
onunla yapılan röportajlar vs. bile örtememiş ne yazık ki. <br /><br />İddiası
büyük bir kitap... Adından bile belli. Kitabın içeriğiyle hiç ilişkisi
olmamasına rağmen, kolay söylenen, akılda kalan, yani reklamı kolay
yapılabilecek bir slogan isim ile piyasaya sürülmüş bir kitap. <b>"SİYASETE, CİNAYETE VE ADALETE bakışınızı değiştirecek “TEK” roman."</b> diye tanıtılıyor arka kapağında mesela. <br /><br />İçerdiği şeyler ise şöyle anlatılıyor okura:<br /><br /><b>Siyaset,
güç, intikam, vahşet, umut, işkence, aşk, derin devlet, CIA,
rüşvetçiler, gerçeği arayanlar, namussuzlar, kurbanlar, tarikatlar,
teşkilatlar, acımasız katiller, vahşi cinayetler, medya tetikçileri,
azınlıklar, acı çekenler, yalnızlar, itilmişler, unutamayanlar,
unutturmayanlar, küçük starlar, satılık gazeteciler, satılık onurlar,
kiralık beyinler, orospular, fildişi kulelerdekiler, sokakta yaşayanlar,
Kafka adında bir köpek, uluslararası suç örgütleri, tutunamayanlar, kan
kokanlar, para kokanlar, aşk kokanlar, yok olanlar, yok edilenler,
adalet arayanlar, ezilenler, psikopatlar, intikamcılar, hırsızlar...
KISACASI SON YILLARIN DÜNYASI ve TÜRKİYESİ... </b><br /><br />Peki vaatlerini yerine getirebiliyor mu? <br /><br />Yukarıda
saydığımız unsurların tamamı kitapta var, evet ama bunlar birleşince
iyi bir polisiye ortaya çıkmıyor ne yazık ki. Kısaca yanıt HAYIR!<br /><br />Son
yıllarda bir anda yükselen değer haline gelen İskandinav polisiyelerine
yönelik göndermesi ile Hakan Nordik ismi bile ticari bir unsur olarak
ayakları yere basmadan havada duruyor.<br /><br />Hakan Nordik romanını<i>
“Dünyanın her köşesinde ezilenler adına başkaldırıp mücadele edenlerin
ve Gezi Parkı protestolarında yitirdiğimiz kardeşlerimizin anısına”</i>
cümleleri ile ithaf ediyor. İyi de yapıyor ama kitabın ilk
sayfalarındaki bu ithaf içeriği ile pek de örtüşmüyor. <br /><br />Hikayesi
ile 90'lardan bir öykü gibi duran TEK, günümüze erişemediği gibi
janjanlı ambalajına rağmen bayat bir şekerleme gibi ne yazık ki.<br />
<br />
<b>DEDEKTİFİMİZİ İMHA EDEN FİNAL</b><br />
<br />
İşin
en keyifsiz yanı Nordik'in kitabını "siyasi polisiye" olarak tanımlamasına
rağmen klasik polisiyelerde yapılmaması gereken en temel şeyle final
yapması. Kimi okurlar için "sürpriz final" gibi gelen kitabın sonu
cinayetleri araştıran esas oğlanın başarılı çıkarımları ile değil,
katilin itirafları ile gerçekleşiyor.<br /><br />Halbuki Amerikalı yazar
Willard H. Wright'ın "S.S.Van Dine" takma adıyla yazdığı ve American
Magazine’in 106.sayısında 3 Eylül 1928’de yayınlan “Polisiye Romanın 20
Kuralı” makalesinde bu itiraf meselesine de değinilmiştir. Van Dine 5.
maddede şöyle diyor:<br /><br /><i>Suçlu mantıksal yöntemlerle tespit
edilmeli, sehven, şans eseri veya kendiliğinden itiraf sonucu ortaya
çıkmamalıdır. Bu, okuru içinden çıkılmaz bir labirente sürükleyip,
başarısız olunca da aradığı şeyi gömleğinizin cebinden çıkarıvermeye
benzer; bunu yapan yazar bir soytarıdan farksızdır. </i> <br /><br />Denebilir
ki, bu ilkelerin üzerinden çok zaman geçti, ne polisiyeler yazıldı...
Doğru, ama çözümün itirafla gelmesi dedektifimizi başarısız kılıyor bu
gerçeği de unutmamak lazım. <br /><br />Ayrıca kitabın sonunda herşeyi
itiraf eden katilin yapıp ettikleri ile daha önce kendisine ait
anlatılanlar arasındaki çelişkiler (annesini hiç yalnız bırakmamış
olması mesela...) hiç yokmuş gibi davranılamayacak kadar sıkıntılı bir
mesele.</div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-64573267519379928602016-02-08T06:51:00.001-08:002016-02-08T06:51:22.236-08:00 Denizde Sömürü ve Mücadele : Yengeç Gemisi<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
Yengeç Gemisi (Kanikôsen), “proleter edebiyat”ın en iyi başarılı
örneklerinden biri. İlk kez 1929’da yayımlanan roman, işkencede
öldürülen komünist yazar <strong>Takici Kobayaşi</strong>’nin (1903-1933) başyapıtı olarak değerlendiriliyor.<br /><br />
<br />
<img alt="Yengeç Gemisi (manga) yordam kitap" class="aligncenter wp-image-1888 td-animation-stack-type0-2" height="441" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/01/yengec_gemisi_mangAnime_TR.jpg" width="309" /><br />
<br />
Variety Art Works ve East Press tarafından 2008 yılında manga olarak
yayımlanan roman büyük ilgi görererek 1 milyona yakın bir satış rakamı
elde etmiş. Kitabın Türkiye’deki baskısı H.Can Erkin’in çevirisi ile <strong>Yordam Kitap</strong>‘ın Manga serisinden çıktı.<br /><br />
Peki ne anlatıyor bu manga? Kapitalizmi ve ona karşı başkaldıranların mücadelesini anlatıyor Kobayaşi romanında. “<strong>Bu öykü kapitalizmin sömürü tarihinden bir yapraktır yalnızca…”</strong> diyerek biten kitapta ücret-emek, kapitalist-proleter, art-değer ve sümürü sistemini açıklayan satırlar da var.<br /><br />
<img alt="Yengeç Gemisi (Manga) Yordam Kitap" class="aligncenter size-full wp-image-1926 td-animation-stack-type0-2" height="257" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/01/yengec-gemisi-001-mangAnime-TR.jpg" width="550" /><br />
Hikaye, 1920’lı yıllarda Hakko-Maru isimli bir balıkçı gemisinde
geçiyor. Japonya’nın kuzeyinde, kutuplara yakın Hokkaido Limanı’ndan
demir alan gemi soğuk denizlerde başlıyor yolculuğuna. Sadece Japon
Ordusu’nun ihtiyaçları için yengeç avlamıyor gemi, aynı zamanda bir
fabrika gibi çalışıyor: Yakalanan yengeçleri parçalıyor, işliyor,
konserve haline getirip kutuluyor.<br />
<br />
Lakin çalışma koşulları insanlık
dışı. Geminin çalışanları, yoksul ailelerden gelen köylü çocukları.
Taşeronların tuzağına düşmüş, borçlandırılarak çalışmak zorunda
bırakılmış işçiler. Hiçbir hakları, sosyal güvenceleri olmadığı gibi,
klostrofobik çalışma ortamı, aynı mekanı paylaşmak zorunda kalan farklı
karakterlerin birbirleri ile giderek gerilen ilişkileri de cabası.<br /><br />
<img alt="Yengeç Gemisi (Manga) Yordam Kitap" class="aligncenter size-full wp-image-1927 td-animation-stack-type0-2" height="821" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/01/yengec-gemisi-005-mangAnime-TR.jpg" width="550" /><br />
Fabrika gemideki işçileri yöneten ise Tokyo’daki malikânelerinde
oturan patronları Suda’nın uşaklığını yapan şef Asakava. Asakava,
Morimoto, Miyaguçi, Akiyuki, Yamada gibi gemideki işçileri günde 16 saat
boyunca, öldüresiye çalıştırıyor. İki paket filtresiz sigara gemideki
en büyük ödül. Ceza ise, kızgın demirle dağlama.<br /><br />
<img alt="Yengeç Gemisi (Manga) Yordam Kitap" class="aligncenter size-full wp-image-1928 td-animation-stack-type0-2" height="804" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/01/yengec-gemisi-006-mangAnime-TR.jpg" width="550" /><br />
<br />Hikayedeki düğüm noktası, fırtınalı bir havada yolunu kaybeden bir av
takasının bir Sovyet gemisi tarafından kurtarılması ile başlıyor.
Sovyet gemisinin kurtardığı Morimoto ve diğer Japon balıkçılar, kısa
süre öncesinde düşman diye bildiği insanların, emekçilerin, insan gibi
çalışma koşullarına tanık oluyor. İşlerin Sosyalist Devrim sonrası nasıl
değiştiğini, dönüştüğünü gözleri ile görüyor. Bilinç tohumları ekilmiş
olarak gemiye dönüyor ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi talebiyle
başkaldırıyorlar…<br /><br />
<img alt="Yengeç Gemisi (Manga) Yordam Kitap" class="aligncenter size-full wp-image-1929 td-animation-stack-type0-2" height="480" src="http://www.manganimetr.com/wp-content/uploads/2016/01/yengec-gemisi-002-mangAnime-TR.jpg" width="550" /><br />
<br />Yengeç Gemisi, sınıf mücadelesinin, işçinin ve patronun,
taşeronların, hak ve hukukun çiğnenmesinin, kuralsız çalışma
koşullarının var olduğu her yere ve her zamana ai bir hikaye. O yüzden
bugünün Türkiye’si için de, söyleyecek sözü olanların okuyabileceği bir
kitap.</div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-76063943251314828192016-02-08T06:45:00.001-08:002016-02-08T06:45:54.273-08:00Eksik bir kitap "Hoşana'nın son sözü"<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://d.gr-assets.com/books/1410732865l/23211359.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="https://d.gr-assets.com/books/1410732865l/23211359.jpg" /></a></div>
<strong>"Hoşana'nın son sözü"</strong> ne anlatıyor? <br /><br />Bir gazetecinin 1975 yılından günümüze değin gözlemlediği ilginç olaylar mı? <br /><br />70'li yıllardan beri <strong>Türkiye İşçi Partisi</strong> kadrosu olan bir militanın 12 Eylül öncesi ve sonrasında yaşadıkları mı? <br /><br />Bir
meslek örgütünün uzun süre genel başkanlığını yapmış bir gazetecinin,
gazetecilik hayatında yaşadığı dikkat çeken olaylar mı? <br /><br /><strong>"Hoşana'nın son sözü"</strong> bunları anlatmıyor. Anlatıyor gibi yapıyor, biraz biraz değiniyor, ama anlatmıyor.<br /><br />Ahmet Abakay'ın hayat hikayesinden küçük anılar var kitapta... <br /><br />TİP
saflarındaki legal sol siyaset yapan insanlar ve 12 Eylül sonrası
TİP'in TKP ile birleşip TBKP'yi oluşturması sonrasında yaşananlardan
azıcık sözediyor Abakay... Katılamadığı eylemleri anlatıyor... Yıllarca
kendisinin lideri olarak değerlendirdiği Behice Boran ile Avrupa'da
nasıl karşılaşamadığını anlatıyor... Boran'ı görmeye gidip, göremedikten
sonra onun yaşadığı odada, onun yattığı yatakta yattığını anlatıyor...
Evinde yapılmasına izin verdiği öğrenci eylemlerini, TBKP'nin
liderlerini nasıl ağırladığını anlatıyor... <br /><br />Partisinin
eylemlerinde polisin gözaltına almasından gazeteci kimliği ile nasıl
kurtulmaya çalıştığını anlatıyor... Yetmiyor, Özal döneminin en keskin
işçi hareketi ve sendika düşmanı bakanı İmren Aykut ile kurduğu kişisel
ilişkinin kendisini nasıl kurtardığını anlatıyor... <br /><br />Türkiye
devrimci hareketinin en önemli militanlarından biri olan Hüseyin Cevahir
ile daha devrimci hareket içinde olmadığı lise yıllarındaki
arkadaşlığından, birlikte yapıp ettiklerinden söz ediyor mesela... Ya da
PKK'nin kurucu kadrosundaki Kesire Öcalan, Ali Haydar Kaytan, gibi
isimler ile onlar PKK içerisinde örgütlenmeden önce üniversite
yıllarındaki arkadaşlığını bizlere aktarıyor... <br /><br />Tüm bu
anlattıklarını, ailesinin en deli dolu, en baskın karakteri olan annesi
Hoşana'nın etrafında, onun eleştiri yüklü ve beğenmeyen tavrıyla beraber
aktarıyor okura. <br /><br />Hoşana'nın ölümünden kısa süre önce kendisine
bir itiraf gibi söylediği "benim annemin babası Ermeni'ymiş" sözleri
kitabın hem ismini veren hem de başlangıçta bize çok büyük kapılar
açacak gibi görünen bölümü. Ama 'iyi' bir gazeteci olmasına rağmen
Abakay, kendisine kitap yazacak kadar önemli olan bu yaşamsal sözleri
derinlemesine araştıramıyor. <br /><br />Hoşana'nın Ermeni olması ne anlama
geliyor peki? Onun hayatında neleri değiştirmiş? Abakay bun gerçeği
öğrendikten sonra hayatı nasıl değişmiş? Bu bizler açısından ne ifade
ediyor. Duygu dünyası ne derece etkilenmiş? Alevi değil de Ermeni bir
ailenin çocuğu olmak, ama bunu yıllar sonra öğrenmek onun düşüncelerini,
duygularını nasıl değiştirmiş? Bunlar kitapta yok ne yazık ki. Kitabın
dili ve anlatımının deneyimli bir gazeteci değil de eline ilk kez kalem
alan biri tarafından yazılmış gibi olması da cabası.<br /><br />Abakay,
yıllar önce sol cephede bulunan sonrasında "dönek" diye adlandırılacak
şekilde saf değiştiren bazı isimler ile hesaplaşıyor satır aralarında.
Gazetecilik açısından kitabı ilginç kılan tek ayrıntı da Oral
Çalışlar'ın 12 eylül'ün hemen arkasından Kenan Evren'e yazdığı mektup
ile ilgili. Ki kitap yayımlandığında da haber olmuş, bol bol konuşulmuş,
Çalışlar "o benim geçmişim. Keşke yazmasaydım ama o geçmişi yok edemem"
diyerek konunun üstüne gidilmesini engellemişti. <br /><br />Peki Abakay'ın
kitabı bana ne kattı? Abakay'ın 70'li yılların başında okuduğu okulda
okudum ben de 90'lı yılların başında. Onun tanıdığı, dersini aldığı
Ahmet Taner Kışlalı gibi, Aysel Aziz gibi, Ünsal Oskay gibi hocaların
bir kısmı benim de hocam oldu. Okulumun o yıllardaki halini öğrenmiş
oldum. <br /><br />Kendisini TİP kardosu sayan solcu bir militanın düşünüş
biçimine azıcık bile olsa bakabilme fırsatı buldum. Katılamadığı
eylemleri değil, katıldığı eylemleri anlatsa belki o düşünüş ve
duyguları daha derinlemesine görebilmiş olacaktım.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Abakay'ın kitabının bir diğer ilginç yanı da kitapta yer alan ve benim de tarafı olduğum bir olayın nasıl olup da benim içinde yer almadığım ama konuyla ilgili olmayan Abakay'ın nasıl olayın parçası gibi anlatıldığını görmem oldu. Gazetecilerin kendilerini, rollerini abartabileceğini, abartacağını biliyordum ama benim de içinde olduğum bir olayın böyle çarpıtılabildiğini görmem ilginç oldu. <br /><br />Eksik bir kitap bence <strong>"Hoşana'nın son sözü"</strong>. Eksiklerin tamamlanması da mümkün değil ne yazık ki.
</div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-68546504554696232382014-11-26T13:14:00.001-08:002014-11-26T13:20:21.345-08:00Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceraları #2 Hayırsız Ada<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<i><b><span style="color: #0000ee;">I</span>I. Meşrutiyet’in ertesinde, Sultan Mehmet Reşat sembolik tahtında
otururken,
yeni hükümet 1328 (1910) senesinde İstanbul sokaklarını kuduz
salgınından gözetmek amacıyla on binlerce köpeği telef olmaları için
sürgüne gönderme kararı almıştı. Şehrin onursuz ve insanlıktan uzak
serserilerinin, eline yevmiyeleriyle birlikte demir kıskaçlar
tutuşturarak köpekleri kan revan içinde mavnalara istiflettirdikten
sonra Fenerbahçe burnundan 3 fersah açıktaki kıraç bir kaya parçasına,
Sivriada’ya terk ettiler.<br /><br />
</b></i><i><b><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjuxqen_nBzTdYM-aNF5Rvt2J79FBYZupKqhTnQjljqGc5j97wbwAMyG8ko68EY1PhFlF565TASro7tfv_HQ2Bxbn6fT3sOyZATd0L7GBsAgPS5D6U6OGGzEppLFP63lDnOQIZEwpRt7Ng/s1600/OM02-kapak.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjuxqen_nBzTdYM-aNF5Rvt2J79FBYZupKqhTnQjljqGc5j97wbwAMyG8ko68EY1PhFlF565TASro7tfv_HQ2Bxbn6fT3sOyZATd0L7GBsAgPS5D6U6OGGzEppLFP63lDnOQIZEwpRt7Ng/s1600/OM02-kapak.jpg" height="400" width="271" /></a>Kuduzun hızla yayıldığı adada, on binlerce köpek birbirlerini
parçalarken çıkan hırlamalar, uğuldamalar ve iniltiler, dalgalarla
birlikte şehre her vurduğunda sessiz kalanlar bile anladı; bu işte
hiçbir hayır yoktu. 1330 (1912) yılında Marmara havzasında yaşanan
müthiş zelzeleden İstanbul’un işgaline kadar sayısız uğursuzluk,
o iniltileri kimi zaman avaz avaz kimi zaman içten içe devam ettirdi.<br /><br />
1925 senesi İstanbul’unda kimse duymasa da Hayırsız Ada’dan hâlâ
feryatlar yükseliyordu ve gece beraberinde şehre dehşeti getiriyordu.
</b></i><br />
<br />
<b>Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceraları #2 Hayırsız Ada</b>'nın tanıtımı işte böyle başlıyor.<br />
<br />
Serinin ilk kitabı olan <b><a href="http://kitaplikcini.blogspot.com.tr/2013/10/seyfettin-efendi-ve-olaganustu.html">“Yeditepe Canavarı”</a> </b>vak’asının aydınlatılmasının üzerinden henüz bir yıl geçmeden<b> İfşa-yi Sırr Teşkilatı</b>'nın yani Seyfettin Efendi ve esrardaşları Doktor Aziz, Pehlivan İsmail, Casus
Esat ve Mühendis Münevver'in yeni bir macerası Hayırsız Ada.<br />
<br />
Kitabın içinden çıkar ve okuyucunun göz hizzasına geçersek, <b>Hayırsız Ada</b>, Devrim Kunter'in yaratıcısı olduğu <b>Seyfettin Efendi</b> serisinin üçüncü, <b>Olağanüstü Maceralar </b>alt serisinin ise ikinci kitabı.<br />
<br />
Serinin ilk kitabını tek başına yazıp çizen Devrim Kunter, kendi anlatımı ile yazarlara zorlu gelen ve onları hikaye ve karakter bütünlüğünü korumak için değişiklikler yapmaya mecbur bıraktığı 10 kısa hikayeden oluşan <a href="http://kitaplikcini.blogspot.com.tr/2014/11/esrarengiz-hikayelerin-pesinde.html"><b>Esrarengiz Hikayeler </b></a>çalışmasından sonra, bu sefer de Cihan Türe ile birlikte kaleme aldığı ve tamamını kendisinin çizdiği <b>Hayırsız Ada </b>macerası ile okur karşısında.<br />
<br />
Çizgi roman çabuk okunuyor ama onun arka planındaki emek genellikle es geçiliyor. Anlattığı hikaye, karelemeler, renkler, çizgiler, tarz, tavır... Birinden biri eksik olunca, herşeyi tamam olmasına rağmen kimsenin yemekten zevk almadığı bir yemeğe benziyor sanki...<br />
<br />
Polisiyenin de kendine has zorlu yanları var. Her şeyden önce polisiye bir matematik işi, merak ettireceksin, ama okurun çözmesi
için ipuçları vereceksin, ama çok da çözmesine izin vermeyecek, kitabın
ortasında katili buldum dedirtmeyeceksin, sonunda bir sürpriz yapıp hiç
şüphelenilmeyen birini katil çıkartacaksın<i> (bu arada "cinayet olmayan polisiye, kız polisiyesidir" diyen Emrah Serbes'e selam olsun...), </i>bunların
hepsi olup biterken bir de sanatsal bir ürün ortaya koyduğunu bilip
"ünik" bir şey yaratacaksın... Bunun dengesini tutturmakda çizgi roman çizmek kadar zor.<br />
<br />
Hele hem yazıp hem çizmek, zorlukları kat be kat arttırıyor. Devrim Kunter, hem yazıp hem çizerek zorluklara karşı "güzel" bir ürün ortaya koyuyor. Üstelik Türkiye gibi, işin kolayına kaçmanın çok daha karlı olduğu bir ülkede, güzel bir şey yapmakta ısrar ediyor.<br />
<br />
Seyfettin Efendi'nin üçüncü macerası olan <b>Hayırsız Ada,</b> 1925 gibi erken cumhuriyet döneminde, İstanbul'da geçen, İttihatçıların acımasızlıklarının bir göstergesi diye tanımlanabilecek bir gerçek olayın üzerine inşa edilen çarpıcı bir kurgu ile karşımıza çıkıyor. Hikayenin fonundaki İstanbul siluetinde bir belirip bir kaybolan <b>Germakoçi </b>gibi fantastik yaratıklardan, 1915 doğumlu "<b>Mehmet Nusret</b>" gibi gerçek insanlara dek pek çok unsur öyküyü zenginleştiriyor.<br />
<br />
Bir de bunlara, ekibindeki "dost"larından şüphe etmek zorunda kalan Seyfettin ile birbirinden dikkat çekici ve handiyse steampunk denebilecek silah tasarımlarını ekleyince, daha kapak görselinden başlayarak son sayfaya kadar heyecan ve keyifle akıp giden bir 96 sayfa var karşımızda...<br />
<br />
Daha önceki <a href="http://kitaplikcini.blogspot.com.tr/2014/11/esrarengiz-hikayelerin-pesinde.html">yazımda</a>, <i>"Ben kişisel olarak <b> </b>bir yandan vampirlerle, ölümsüz ruhlarla, karanlık dünyanın
bilinmeyen gizemleri ile savaşan ancak buna rağmen <b> </b>modern bilim
ve
rasyonaliteden beslenen Seyfettin Efendi'yi sırf bu özelliğinden dolayı
çok keyifle okuyorum." </i>demiştim. Gerçekten de Hayırsız Ada, fantastik ile bilimkurgu arasında gidip gelen aksiyon düzeyini diğer hikayelerin bir boy daha üstüne çıkartmış durumda.<br />
<br />
Kendisi ile bir süre önce yaptığımız <a href="http://www.gazeteciler.com/roportaj/seyfettin-efendi-maceralarini-anlatti-76067h.html">röportajda</a>, Devrim Kunter <b>"Yılda bir "Olağanüstü Maceralar" bir de "Esrarengiz Hikayeler" olmak
üzere iki kitap çıkartmayı planlıyorum. "Olağanüstü Maceralar -02" eylül
ayında gelecek. Arada sergi ayarlayabilirsek gerçekleştiririz. T-shirt,
hareketli çizgi roman (motion-comics), karakter figürleri gibi
projelerim de var ama ne kadarı hayata geçebilecek bilemiyorum..." </b>demişti.<br />
<br />
Bir okur olarak talebimi<b> "daha çok Seyfettin Efendi... " </b>şeklinde özetlemem mümkün. Bunun için Seyfettin Efendi'yi hikayesini derinleştiren ve zenginleştiren farklı medyalarda da görmek, takip etmek<b> </b>bana çok keyif verecek.<br />
<b><br /></b>
Ama bunların hiç biri olmasa bile, Seyfettin Efendi'yi salt çizgi roman olarak bile olsa, yaşatmak için deyim yerindeyse insan üstü bir çaba sarfeden Devrim Kunter'e kocaman bir teşekkür borçluyuz.<br />
<b><br /></b><br />
<br />
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, serif; font-size: 14px; line-height: 19px;">Kunter'in
Seyfettin Efendi için hazırladığı internet sitesinde Seyfettin
Efendi'yi daha yakından tanımak, kitaplardan örnek bölümler görmek ve
imzalı Seyfettin Efendi kitapları satın almak da mümkün. Sitenin adresi
şöyle: <i> <a href="http://seyfettinefendi.com/">http://seyfettinefendi.com/</a></i></span><i></i><br />
<br /></div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-23283226500743812392014-11-26T12:02:00.004-08:002014-11-26T13:20:41.531-08:00'Esrarengiz Hikayeler'in peşinde Seyfettin Efendi ya da Seyfettin Efendi ve Esrarengiz Hikayeleri #1 <div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<b>Seyfettin Efendi ve Esrarengiz Hikayeleri</b>, Devrim Kunter'in yaratıcısı olduğu <b>Seyfettin Efendi</b> serisinin ikinci, <b>Esrarengiz Hikeyeler </b>alt serisinin ise ilk kitabı.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://kitap.radikal.com.tr/Posts/2014/04/24/seyfo1-E478-1BC3-F566.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://kitap.radikal.com.tr/Posts/2014/04/24/seyfo1-E478-1BC3-F566.jpg" height="400" width="271" /></a></div>
İlk başta biraz karışık gibi gelebilir. Ama Amerikan çizgi roman geleneğine aşina olanlar için hiç de öyle olmayan bir durum bu. <br />
<br />
Kitapçı raflarında sırtında "01" yazan iki kitap görünce kafam karşışacak diye düşünmeye de gerek yok... Çünkü <b>Seyfettin Efendi ve Esrarengiz Hikayeleri</b> ile <b>Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceraları </b>serileri birbirinden, başarılı bir şekilde ayrıştırılmış cilt tasarımları ile farklılıklarını ortaya koyuyor.<br />
<br />
Peki farklılık sadece isim ve biçimde mi? Elbette değil. <b>Seyfettin Efendi ve Esrarengiz Hikayeleri #1</b>, Devrim Kunter'in yarattığı kahramanımızın 9 yazar ve 13 çizer tarafından anlatılan ve 1911-1935 seneleri arasında geçen 10 farklı hikayesini içeriyor.<br />
<br />
Ayrıca "Seyfettin Efendi ve Esrardaşları" sergisi kapsamında yer alan çalışmalar da var kitabın içinde. Farklı çizerlerin bakışından kahramanımızın ve arkadaşlarının nasıl göründüğünü gözlemlemek açısından oldukça ilgi çekici.<br />
<br />
Kitabın önsözünü kaleme alan Ege Görgün, Devrim Kunter'in bu kitapta başka yazarların öykülerini çiziyor olmasını "Kendisi de iyi bir hikayeci olmasına rağmen, bu albümde dostlarının yazdığı hikayeleri hiç gocunmadan resimlemiş" diye anlatıyor ve bunun Devrim Kunter'in yeteneğine rağmen egosunun esiri olmadığına işaret ettiğinin altını çiziyor.<br />
<br />
Gerçekten de, bu blogda, Seyfettin Efendi'nin ilk kitabı için yazdığım, belki biraz da gereğinden fazla eleştirel <a href="http://kitaplikcini.blogspot.com.tr/2013/10/seyfettin-efendi-ve-olaganustu.html">tanıtım yazısından</a> sonra tanışmak ve sohbet etmek fırsatını bulduğum, hatta bir de <a href="http://www.gazeteciler.com/roportaj/seyfettin-efendi-maceralarini-anlatti-76067h.html">röportaj </a>yaptığım, Devrim Kunter'in başarılı ve ısrarlı bir yazar/çizer/yayıncı olmasına rağmen egosunun esiri olmadığını söylemek çok doğru olacak.<br />
<br />
<b>Seyfettin Efendi ve Esrarengiz Hikayeleri #1</b>, kısa hikayelerden oluştuğu için ilk kitaba göre<b> </b>daha kolay okunuyor. Ama <b>Ab-ı Hayat</b>'tan <b>Drakula</b>'ya<b>, Yedi Uyurlar</b>'dan <b>Arsène Lupin</b>'e <b>Haşhaşiler</b>'den <b>Taksim Atatürk Anıtı</b>'na kadar pek çok popüler malzemenin heyecan dozu yüksek bir şekilde hikaye edilmiş olduğunu unutmamak lazım.<br />
<br />
1926 yılında latin harfleri ile yazılan notlar, ya da 1918'de soldan sağa çevrilerek okunan gazeteler gibi küçük ayrıntılardaki sorunları bir kenara bırakıp Devrim Kunter'in çizgi roman dünyası için sergilediği ısrarı ve ortaya koyduğu ürünün dikkat çekiciliğine bakmanın daha doğru olacağını düşünüyorum...<br />
<br />
Ben kişisel olarak <b> </b>bir yandan vampirlerle, ölümsüz ruhlarla, karanlık dünyanın
bilinmeyen gizemleri ile savaşan ancak buna rağmen <b> </b>modern bilim ve
rasyonaliteden beslenen Seyfettin Efendi'yi sırf bu özelliğinden dolayı çok keyifle okuyorum. Devrim Kunter'in kendisine sorduğum <b>"Bundan sonra öykülerde bilim kurgu mu yoksa fantastik mi daha ağırlıklı olarak yer alacak" </b>sorusuna verdiği yanıt da beni fazlasıyla memnun ediyor.<br />
<b><br /></b>
Şöyle yanıt vermişti Kunter soruma: <b></b> <b>"Bilim kurgu kısmı ağırlıkta olacak, bilhassa çizgi romanda bu tip
dedektiflerin çoğu doğaüstü/fantastik olaylarla uğraşırlar (Martin
Mystere, Dylan Dog, Hell Boy vs.). Seyfettin Efendi'yi bu akımdan ayıran
noktalardan biri de bu."</b><br />
<br />
Devamını merakla beklediğimiz kitaplar listemizde kendine haklı bir yer edindi Seyfettin Efendi. Hem Esrarengiz Hikayeleri ile hem de Olağanüstü Maceraları ile...<b></b><br />
<b><br /></b>
<i>Küçük bir de not ekleyeyim... Yıllar önce okuduğum <a href="http://www.metiskitap.com/catalog/book/4828"><b>Muska</b></a> ile tanıdığım, sonrasında<b> Ters Ninja</b>'daki öyküleri ile beni derinden etkileyen <b>Sadık Yemni</b>'nin bir Seyfettin Efendi öyküsü yazması da beni çok menun etti. Umarım bu ortak çalışmanın da devamı gelir. </i><br />
<br />
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, serif; font-size: 14px; line-height: 19px;">Kunter'in Seyfettin Efendi için hazırladığı internet sitesinde Seyfettin Efendi'yi daha yakından tanımak, kitaplardan örnek bölümler görmek ve imzalı Seyfettin Efendi kitapları satın almak da mümkün. Sitenin adresi şöyle: </span><i><a href="http://seyfettinefendi.com/" rel="nofollow" style="background-color: white; color: #666600; font-family: Georgia, serif; font-size: 14px; line-height: 19px;" target="_blank">http://seyfettinefendi.com/</a> </i><br />
<br />
<b></b></div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-56960415788396192102014-04-22T00:19:00.000-07:002014-11-26T11:03:23.899-08:00Teneke Kent ile Bakanlıklar arasına sıkışmış bir Emanet Şehir...<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.iletisim.com.tr/images/UserFiles/images/Spot/Orj/emanet-sehir.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" src="http://www.iletisim.com.tr/images/UserFiles/images/Spot/Orj/emanet-sehir.jpg" height="320" width="216" /></a></div>
<b>Emanet Şehir,</b> Levent Cantek'in "Ankara Üçlemesi"nin ikinci kitabı. <b>Dumankara: Hayat Bir Yangındı</b> ile başlayan seri, yine Dumankara'nın çizerlerinden <b>Berat Pekmezci</b>'nin kalın çizgileri ve siyaha bol bol boyanmış sayfaları ile hayat bulmuş. <br />
<br />
Cantek'in hazırladığı kitaplar arasında (<b>Deli Gücük, Alacakaranlık Zamanlar, Zifirname </b>ve <b>Dumankara</b>) en başarılı tasarıma sahip olan Emanet Şehir bence. Berat Pekmezci'nin rolü tabii ki tartışılmaz.<br />
<br />
Bir yalancının hikayesi Emanet Şehir... Başlarda biraz anlaşılmaz olmasına rağmen ortalara doğru açılıp, güçlü bir finale yollanıyor hikaye... Ancak final sanki zayıf kalmış. Bıçakla kesilir gibi bitmiyor ama ne olup ne bittiği biraz muallakta gibi.<br />
<br />
Kitabı tartışılmaz iyi bir grafik roman yapan ise ayrıntılardaki mükemmelliyetçilik. Cantek, yıllardır çalıştığı, iyi bildiği, bugüne kadar defalarca anlattığı (örneğin<b> Mor Menekşeler</b> dizisinde) 1940'lı yıllar Ankara'sını yeniden canlandırmış kitapta. Sadece Ankara'yı değil Türkiye'nin içinde bulunduğu atmosferi ve ruhsal ortamı da... Berat Pekmezci de okurunu o atmosfere sokmayı iyi başarmış. <br />
<br />
Her halükarda "başarılı" çalışma çünkü, bir insan hikayesi Emanet Şehir, üstelik alışılmışın dışında, beklenmedik bir kahramanı olan, alaycılıktan abartıdan uzak... <br />
<br />
Hikayenin yan karakterlerinin gerçek insanlar olması (Orhan, Ataç, Zeki Abi, vb.) de cabası.<br />
<br />
<i><b>Küçük bir not: </b></i><br />
<br />
<i>Bir çırpıda okuyup bitirdiğim kitap, 1948 ile 1950 arasında bir dönemde geçiyor. Kitabın ilk bölümlerindeki DTCF olayları 1948 tarihli... Demokratlardan ve Vatan gazetesinden söz edilmesi de bunun ispatı gibi. Ancak, Şekip'in hastaneden çıktıktan sonrasında sanki Demokratlar iktidara gelmiş, Celal Bayar cumhurbaşkanı olmuş, İnönü resimleri yerine Bayar portreleri asılmış duvarlara... Ancak hastanede doktor ile konuşurken "Demokratlar iktidara gelirse" deniyor... Her halükarda, ülkede ilk kez demokratik bir seçim yapılıyor, siyaset gündemin temel maddesi oluyor. Ama kitapta, üstelik Cantek'in sözleriyle "solcuların hikayesinin anlatıldığı" kitapta buna dair tek bir gönderme yok... İlginç geldi. Paylaşayım istedim.</i><span style="-webkit-text-stroke-width: 0px; background-color: white; color: #181818; display: inline !important; float: none; font-family: Georgia, serif; font-size: 14px; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; line-height: 19.31999969482422px; orphans: auto; text-align: left; text-indent: 0px; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;"></span></div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-28139688281196316422014-04-20T03:56:00.002-07:002018-03-05T21:13:40.480-08:00Siyah kalem'in cinlerini yeniden çizebilmek...<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<a href="http://www.barismustecaplioglu.com/tr/images/bhgg_big.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://www.barismustecaplioglu.com/tr/images/bhgg_big.jpg" height="320" width="207" /></a><b>Bir Hayaldi Gerçekten Güzel, </b>Müstacaplıoğlu'nun okuduğum 6. kitabı. Perg
serisinin 4 kitabı ve Şakird'den sonra şimdi de Mehmet Siyah Kalem
namlı Türkmen çizerin cinler, yörükler, göçmen Türkleri içeren
çizimlerini kendine konu edinen romanını okudum. <br />
<br />
Kısa sürede
okunan bir roman. Dili akıcı, hikayesi ilgi çekici. Üstelik "yazarın
yazarlık macerasının içine baktığı" yani yazma serüvenini anlatan bir
kitap.<br />
<br />
<span style="color: #cccccc;"><span class="spoilerContainer" style="display: inline;">[Mehmet
Siyah Kalem'in resimleri için öykü yazmaları amacı ile Büyükada'da bir
araya getirilmiş iki yazarın birbirleri ve yaşama bakışlarının
mücadelesi kısaca romanın konusu...</span>]</span><br />
<br />
Yazma
serüvenini biri yetenekli bir yazar, diğeri keskin kalemli bir
eleştirmen üzerinden kurguluyor. Ancak kimi zaman, iyi bir yazarın
yapmamaması gerektiğinin altını çizdiği hataları, kitapta kendisi de
yapmış durumda Müstecaplıoğlu... <br />
<br />
Öyküsünü yazdığı konunun tarihi
enformasyonu ile okuyucuyu sıkmamak gerektiğinin farkında olan roman
kahramanı yazarın aksine Müstecaplıoğlu, Büyükada'dan KızKulesine dek
pek çok mekan hakkında öyle enformatif bilgiler veriyor ki okur sanki
bir gezi kitabı ile karşı karşıya sanıyor kendisini. <br />
<br />
Ernest Mandel Polisiye roman üzerine yazdığı <b>Hoş Cinayet</b> isimli incelemesinde modern polisiye romanın geçirdiği işlevsel değişimi şöyle anlatıyor: <br />
<br />
<blockquote>
Roman
giderek daha başka hizmetler sunmak zorundaydı. Bizzat pazarın
genişlemesi dedektif romanının ikincil işlevi için bir uyarandı.
Kitle pazarı zorlu bir rekabet demekti ama bu, katı bir biçimde
saptanmış fiyatlara dayalı tekelci bir rekabet olduğu ve tüm bu
sanayide üretim maliyetleri hemen hemen aynı -ve düşürülemez
olduğu için fiyat rekabeti söz konusu değildi. Rakipleri altetmenin
tek yolu metaya ek bir kullanım değeri vermek, ek hizmetler sunmaktı.<br />
Polisiye
romanların, doğrudan "eğlendirme"nin yanısıra sağlaya bileceği bir
hizmet de, insan uğraşılarının sayısız alanlarında yoğun,
standartlaştırılmısş uzmanlık bilgisi sunmaktı. </blockquote>
<br />
Tıpkı
Mandel'in altını çizdiği gibi Müstecaplıoğlu da bazen romanı bir
uzmanlık bilgisi sunma aracına çevirmiş. Allahtan bu duruma kitap içinde
çok fazla rastlanmıyor. <br />
<br />
Ya da belki de ben bu satırları,
Müstecaplıoğlu kadar iyi yazamadığım için, ona duyduğum kıskançlık ile
yazıyorumdur... Kim bilir ;)<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg0CQjyniqykVcJzhyaG5WONYxLEQRosAsPhsljYPOlXeD4vMwUmW_jCCAaGuQr8FIjlf483s-YSOsyBK5d6wEbUhZLzCQhjwMtampWhYcIIcwVLh2sc9KiF3qRPp2bbwMZQOMwOa9uKXx5/s1600/Siyah_Kalem_Demon2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg0CQjyniqykVcJzhyaG5WONYxLEQRosAsPhsljYPOlXeD4vMwUmW_jCCAaGuQr8FIjlf483s-YSOsyBK5d6wEbUhZLzCQhjwMtampWhYcIIcwVLh2sc9KiF3qRPp2bbwMZQOMwOa9uKXx5/s1600/Siyah_Kalem_Demon2.jpg" data-original-height="480" data-original-width="270" height="400" width="225" /></a></div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
</div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-2579184329405030642014-02-10T05:46:00.002-08:002014-11-26T11:07:06.764-08:00Her Temas İz Bırakır, Gözü kara bir AnKara polisiyesi<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://d202m5krfqbpi5.cloudfront.net/books/1277028719l/8482693.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://d202m5krfqbpi5.cloudfront.net/books/1277028719l/8482693.jpg" width="212" /></a></div>
<span class="readable reviewText">Bugüne
kadar okuduğum en iyi Türkçe polisiye. Ahmet Ümit'in neden <b>"o polisiye
değil" </b>diye burun kıvırdığını da anlamış oldum, meğer haksız yere
tırmandığı tahtından inmekten korkuyormuş. <br /><br />Bu topraklarda
polisin nasıl olduğunu, nasıl yaşadığını, ne yaptığını, ne yapmadığını
bir anti kahraman ile anlatmayı başarmış yazar. <br /><br />Çok popüler bir televizyon dizisinin etkisinde kalırım diye okumamıştım, meğer hata etmişim. </span><br />
<span class="readable reviewText"><br /></span>
<span class="readable reviewText">Emrah Serbes'in daha önce <b>Erken Kaybedenler </b>kitabını okumuştum. Kitapta kendini sürekli tekrar eden trük (burada ne olduğunu yazmaya gerek yok), başlangıçta güzeldi ancak her öykünün temelini aynı durum oluşturduğu için bir süre sonra kendini geliştirmeyen bir şeye dönüşüyordu. </span><br />
<span class="readable reviewText"><br /></span>
<span class="readable reviewText">Halbuki <b>Bir AnKara Polisiyesi </b>alt başlıklı Her Temas İz Bırakır kitabı, kelimenin tam anlamı ile polisiye okurunun beklentilerini karşılayan bir kitap. </span><br />
<span class="readable reviewText"><br /></span>
<span class="readable reviewText">Bir kere polisiyenin temel kurallarına uyuyor. Bir cinayet var. Hatta gerçekçilik o kadar yoğun ki, Cinayet masasının her kitapta bir cinayet çözen polislerine inat, kitabın başında işlenen cinayeti, ortasında bir diğeri, ilerleyen sayfalarda bir diğeri izliyor. Üstelik bunların hiç birinin birbiriyle alakası yok. Tek ilişkileri cinayetlerin hepsini çözmek zorunda olan Behzat Ç. </span><br />
<span class="readable reviewText"><br /></span>
<span class="readable reviewText">Polisimizin Türkiyeliliği de her halinden anlaşılıyor. Uyum yasaları ile başı dertte bir devlet memuru. Kaba güç kullanmaktan çekinmiyor, haklı olduğunu düşündüğü anda mücadelesini şiddet kullanarak sürdürüyor. Yetmiyor yaptıkları, bir market müdürünün bile arkası sağlam olabilir korkusu yaşıyan amirleri tarafından engelleniyor. </span><br />
<span class="readable reviewText"><br /></span>
Behzat Ç. gerçek bir Ankara polisiyesi üstelik. Yaşadığı şehiri, New York'tan, İngiltere kırsalından, ABD'nin herhangi bir kentinden, Paris'ten farksız bir şekilde okura sindire sindire, tanıta tanıda anlatıyor. Ankara'yı bilen okur gidilen yerlerle özdeşlik kuruyor. Bilmeyen ise tanıyor, öğreniyor.<br />
<br />
<br /></div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-45130467690442999342013-12-19T06:28:00.001-08:002013-12-19T06:28:29.755-08:00Mezarlarınıza tüküreceğim...<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; line-height: 18px;">Çok güçlü bir hikayesi olan, hiç bir cümlesinde gereksiz hiç süs olmayan, tek bir fazla cümlesi bulunmayan bir roman Mezarlarınıza Tüküreceğim. </span><br />
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; line-height: 18px;"><br /></span>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://d202m5krfqbpi5.cloudfront.net/books/1353508845l/7113763.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="https://d202m5krfqbpi5.cloudfront.net/books/1353508845l/7113763.jpg" width="255" /></a></div>
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; line-height: 18px;">Kitabı başladığım gün bitirince hemen bir kaç satır yazayım istedim. </span><br />
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; line-height: 18px;"><br /></span>
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; line-height: 18px;">Vian kitabı, hikaye Amerika'da geçiyor olmasına rağmen Fransızca basmış önce. 1946'da, savaşın hemen arkasından teni beyaz renkli bir zenci gencin, ırkının intikamını almak için nasıl suç işleyebildiğini, üstelik müthiş derecede ayrıntıyla anlatmış. </span><br />
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; line-height: 18px;"><br /></span>
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; line-height: 18px;">Seks ve cinayete dair tüm ayrıntılar kitapta açık seçik anlatılıyor. Zaten bu açık seçik olma durumu kitabın ABD'de yayınlanmasının (hatta yıllar sonra Türkiye'de de yayınlanmasının) önünde bir engel oluvermiş. Kitap uzun süre yasaklanmış. (Türkiye'de tümzamanlar yayıncılık tarafından basılan kopyada mahkeme kararı ile pek çok cümle çıkartılmış. Ama küçük bir hukuk hilesi ile çıkartılan cümlelerin neler olduğuna dair mahkeme kararı kitaba eklenmiş ...) Bir de filme alınmış roman. Hatta Vian filmin galasında kalp krizi geçirip yaşama veda etmiş. </span><br />
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; line-height: 18px;"><br /></span>
<span style="color: #181818; font-family: Georgia, Times, Times New Roman, serif;"><span style="line-height: 18px;">Neyse biz yine kitaba dönelim: </span></span><span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; line-height: 18px;">İthaki yayınlarının bastığı ve elimdeki kopya 6. baskı. Ancak bu güzel kitabın çevirisi başta olmak üzere editoryal sıkıntılarından söz etmezsem eksik kalır.</span><br />
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; line-height: 18px;"><br /></span>
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; line-height: 18px;">Elimdeki kitabın künyesine göre çevirmen <b>Bal Onaran</b>. Kendisi kitabı Fransızca'dan çevirmiş ancak okuyunca keşke çevirmeseymiş dedim ne yalan söyleyeyim. </span><br />
<br />
Benim takıldığım iki ayrıntı var: Çevirmenimiz <i>"Sopa"</i> anlamına gelen <i>"club"</i> sözcüğünü çevirmekten bile aciz olduğu için<i> "golf kıyafetiniz ve kulübünüz var mı?"</i> diye bir soru sordurabiliyor kitaptaki
karaktere...<br />
<br />
Ya da genç kız, esas oğlana kısa süre önceki sevişmelerini hatırlatıp <i>"benimle tekrar uyuyacak mısınız?"</i> demekte. Esas oğlanın yanıtı da<i> "ne zaman isterseniz uyurum"</i> oluyor doğal olarak.<br />
<br />
Bunlar çevirdiği dili, Fransızcayı bilememekten değil, Türkçeyi bilmemekten kaynaklı sorunlar bence.<br />
<br />
Ekşi sözlük'te Lake of the Hell isimli kullanıcı da bazı hatalardan söz ediyor:<br />
<br />
<i>çoğu kelimenin eklerinin yanlış çevrimi ("aklımı sende bıraktım" değil de "aklıma sende bıraktım" gibi), özel
isimlerin tamamen yanlış çevrimi (duke ellington değil de doke ellington
gibi)...</i><br />
Tamam anladık çevirmenin Türkçe bilgisi yeterli değil, hatta çevirii kitaptan soğutmaktadır. Peki yayınevi bu
çeviriyi hiç okumamış?<br />
<br />
İthaki yayınları tarafından basılan kitabın
künyesinde editör yok, sadece düzeltmenin ismi var. Demek ki gerçekten
kimse edit etmemiş, çevirmenden gelen hali aynen basılmış. Üstelik kitabın 6. baskısı... Yani bittikçe basılmış, bittikçe basılmış ama hiç ne basıyoruz biz diyen olmamış.<br />
<br />
Yazık iyi bir
kitapevi diye bilirdim halbuki.<br />
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; line-height: 18px;"><br /></span>
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; font-size: 14px; line-height: 18px;"><br /></span></div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-41193424448715175672013-12-18T06:21:00.002-08:002013-12-18T06:21:17.930-08:00Brandenburg kapısı dardır geçilmez...<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<span id="freeText16820746357756462620">İrlandalı polisiye gerilim yazarı </span><span id="freeText16820746357756462620"><span itemprop="author" itemscope="" itemtype="http://schema.org/Person"><span style="color: black;"><span itemprop="name">Glenn Meade'in <b>Brandernburg </b>isimli romanını biraz önce bitirdim (Yani yazıyı yazmaya başladığımda biraz önce bitirmiştim... Sonra araya zaman girdi yazı uzadı, ancak bitirip ekleyebildim. Okurlar kusura bakmasın.) </span></span> </span></span><br />
<span id="freeText16820746357756462620"><span itemprop="author" itemscope="" itemtype="http://schema.org/Person"> </span> </span><br />
<span id="freeText16820746357756462620">Önce kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısına bir bakalım:</span><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://d202m5krfqbpi5.cloudfront.net/books/1360701725l/6833441.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://d202m5krfqbpi5.cloudfront.net/books/1360701725l/6833441.jpg" width="196" /></a></div>
<span id="freeText16820746357756462620"><i><b>"80'li yıllarda bir
eylemci Berlin'deki sokak ortasında vurulur. Paraguay'da bir arabanın
çarpıp kaçtığı çok geçmeden can verir. Yaşlı bir işadamı, Asuncion'daki
görkemli malikanesinde kafasına kurşun sıkarak intihar eder. </b></i></span><br />
<i><b><br /></b></i>
<i><b>Bu
ölümlerin birbiriyle bağlantılı olduğuna inanan Gazeteci Rudi Hernandz
ise olayı çözemeden korkunç bir cinayete kurban gidecektir. </b></i><br />
<i><b><br /></b></i>
<b><i>Gazetecinin
akrabası Erica, AB'ye bağlı Avrupa Güvenlik İdaresi'nde uzman olarak
çalışan Volkmann'ı araştırmayı sürdürmeye ikna eder. </i><i>Başlangıçta
Volkmann'ın elinde işe yarar hiçbir ipucu yoktur. Sadece banda alınmış
anlamsız bir konuşma ve yarısı yanmış, eski, siyah beyaz fotoğraf... </i></b><br />
<i><b><br /></b></i>
<i><b>Bu
fotoğraf Avrupa tarihini elli yıl geriye götürecek korkunç bir planı
açığa çıkarır: bugün de tekrarlanabileceğini bildiğimiz için, büsbütün
korkunçlaşan bir planın... </b></i><br />
<i><b><br /></b></i>
<i><b>Volkmann'ın artık kendi geçmişinin acılarıyla
yüzleşmekten başka çaresi yoktur."</b></i><br />
<i><br /></i>
Doğan Kitap'tan Ali Cevat Akkoyunlu imzası ile çıkan bir kitap Brandernburg. Yazar hakkında yayınevi <b><i>"Eleştirmenler, Glenn Meade’in romanlarını, olay ve kurgu bakımından, Frederick Forsythe, John le Carre ve Tom Clancy’nin heyecanlı bir karışımı olarak niteliyor"</i></b> yazmış.<br />
<br />
479 sayfa süren kitapla ilgili yazılacak çok şey var lakin biraz da spoiler içereceğini önceden söyleyecek başlayayım yazmaya.<br />
<br />
Glenn Meade, (bence) hiç de yayınevinin pompaladığı kadar <i style="font-weight: bold;">Frederick Forsythe, John le Carre ve Tom Clancy'nin heyecanlı bir karışımı değil. </i> Neden böyle net bir iddia ortaya attığımı aşağıda yazacağım. Lakin önce kitabın tanıtım yazısına bir bakalım...<br />
<br />
Her şeyden önce kitabın <b>'80'li yıllar</b>da geçtiğine dair tek bir gönderme bile yok kitapta. Tarihler 23 Kasım ile 24 Aralık arasında, lakin bilinmeyen bir yıla ait...<br />
<br />
Tanıtım yazısındaki ilk cümle: "<i><b>80'li yıllarda bir eylemci Berlin'deki sokak ortasında vurulur."</b></i> şeklindeydi. Berlin'de vurulup öldürülen eylemcinin ismi Dieter Winter'dir ve kitabın (galiba) 91. sayfasında ondan ilk kez söz ediliyor.<br />
<br />
<b style="font-style: italic;">"Paraguay'da bir arabanın çarpıp kaçtığı çok geçmeden can verir." </b>cümlesinin devrik haline bakmadan devam edelim.<br />
<br />
<b style="font-style: italic;">"Bu ölümlerin birbiriyle bağlantılı olduğuna inanan Gazeteci Rudi Hernandz ise olayı çözemeden korkunç bir cinayete kurban gidecektir. " </b>cümlesinde anlatılan Hernandez'in ölümü 80. sayfada yaşanacak. Tabi uzun soluklu bir kitabın ilk bölümünün sonundaki olay da tanıtım yazısında yer alabilir ama gel gör ki kitabın tanıtım yazısı ile içeriğinin ilişkisi daha da sorunlu.<br />
<br />
Okumamış olanların keyfini kaçırmamak için daha fazla ayrıntı vermeyeceğim.<br />
<br />
<b><span style="color: red; font-family: Courier New, Courier, monospace;">DİKKAT! BU BÖLÜMDEN SONRASI AĞIR DERECEDE SPOİLER İÇERİR!</span></b><br />
<br />
Gelelim iddiama. Büyük boy ve 500'e yakın sayfa sayısına rağmen kitabın 100. sayfasında neyin ne olduğu az çok ortaya çıkmış durumda. Naziler, Güney Amerika, filan diyince akla ilk gelen, kitabın en büyük gizemi olan Hitler'in oğlu oluveriyor zaten.<br />
<br />
Üstelik işin içine bir de patlamayan bir nükleer başlık yerleştirince sayfaları arttırmaktan başka bir şey yapmış olmuyorsunuz.<br />
<br />
Peki deyiyor mu? Meade'nin ilk baskısı 1994 yılında İngiltere de yapılan kitabı ne yazık ki keçi boynuzu gibi. Uzun uzun dişlemeniz, çiğnemeniz gereken bir tahta parçası. Elde ettiğiniz ise bir damla bal.<br />
<br />
Tabii ki kitabın keyfili yerleri var. Okuyanı heyecan dalgası içine alan, bir sonraki sayfayı, bir sonraki sayfayı arka arkaya deviren yerler var elbet. Lakin kitabın geneli böyle değil. Hatta kitabın küçük bir kısmı böyle.<br />
<br />
Polisiye'nin merak unsuru içermesi gerektiğini, okuyucunun merakını ayakta tutmak gerektiğinin pek farkında değil gibi yazar. Her ateş edildiğinde <b>"duvara, kara, ağaca, ete saplanan mermiler"</b> metaforu gibi, sık sık başvurulan tekrarlar; Latin Amerika'dan Avrupa'ya şehir şehir gezilmesine rağmen hiç bir yerin havasını tam olarak soluyamamamıza kadar pek çok sorun var kitapta. Almanya ve Kızıl Ordu Fraksiyonu gibi bir malzemenin resmen heder edilmesi var...<br />
<br />
Yani? Meade'nin diğer kitaplarını, özellikle <b>Kar Kurdu</b>'nu merak ediyorum. Umarım o da böyle çıkmaz diyerek bitireyim yazımı...</div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-62190517207289642092013-12-15T07:47:00.001-08:002013-12-15T07:52:51.874-08:00"Beyaz Toros" Faili Belli Devlet Cinayetleri<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<span style="font-size: small;"><i>Sınırın az ötesinde, Yunanistan’da örneğin, beyaz bir otomobil yanınıza
yanaştığında korkar mısınız? Hayır. Ama o araba size İzmir’de,
Ankara’da, Elazığ’da, Diyarbakır’da yanaşsa aklınıza olmadık akıbetler
gelir. Söz konusu korkuysa, eşitiz.</i></span><br />
<span style="font-size: small;"><br /></span>
<span style="font-size: small;">Bu yazı gazeteci Gökçer Tahincioğlu'nun son çalışması <b>"Beyaz Toros" Faili Belli Devlet Cinayetleri </b>ile ilgili. Ancak yukarıdaki satırlar bir başka gazetecinin kaleminden, Radikal muhabiri Ayça Örer'in<a href="http://kitap.radikal.com.tr/Makale/faili-mechul-hikayeler-388545"> kitapla ilgili tanıtım yazısı</a>ndan. Yazıya neden başka bir yazarın tanıtım yazısından aldığım satırlar ile başladığımı anlatmadan önce meslektaşım ve arkadaşım Gökçer'in kitabı üzerine demek istediklerimi yazmalıyım belki de.</span><br />
<span style="font-size: small;"><br /></span>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-size: small;"><a href="http://www.gazeteciler.com/data/news/1/1385891650-ekran-resmi-2013-11-15,-3.27.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://www.gazeteciler.com/data/news/1/1385891650-ekran-resmi-2013-11-15,-3.27.jpg" /></a></span></div>
<span style="font-size: small;">Tahincioğlu, yıllardır Milliyet gazetesinin yargı muhabirlerinden biri olarak gazetecilik mesleğini sürdürüyor. Üstelik, hak haberciliği konusunda sergilediği doğru tavrı, sadece benim gibi haberlerini okuyanlar tarafından değil, çeşitli meslek kuruluşları tarafından da ödüllendiriliyor. Çağdaş Gazeteciler Derneği İzzet Kezer Fotoğraf Ödülü, Musa Anter Basın Şehitleri Yılın Haberi Ödülü, Abdi İpekçi Yılın Haberi Ödülü, Metin Göktepe Gazetecilik Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Rafet Genç Haber Ödülü bu ödüllerden sadece bir kısmı.</span><br />
<span style="font-size: small;"><br /></span>
<span style="font-size: small;">Kısa süre önce meslektaşı Kemal Göktaş ile birlikte <b>"Bu öğrencilere bu işi mi öğrettiler?" Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar </b>başlıklı bir kitap da kaleme alan Tahincioğlu'nun son kitabı isminden de anlaşılacağı gibi devlet eliyle öldürülenlerin tarihinden izler süren, faillerin cezasız kalacaklarından, devlet tarafından korunacaklarından emin olarak suç işledikleri bir Türkiye'yi gözler önüne seren bir kitap...</span><br />
<span style="font-size: small;"><br /></span>
<span style="font-size: small;">Üstelik sözünü ettiği bu durumun öyle kısa süreli, belli bir döneme özgü olmadığını da 1970'lerden günümüze dek örnekleriyle sergileyen bir kitap.</span><br />
<span style="font-size: small;"><br /></span>
<span style="font-size: small;">Kitabın çatısı her sene Eylül ayında 78'liler Federasyonu tarafından Ankara'da açılan <b>12 Eylül Utanç Müzesi</b>'nde "faili belli devlet cinayetleri"nde katledilen isimlerin aileleri ile yapılan görüşmelere dayanıyor. Ama bu çatının arkasında yılların gazetecilik birikimi yatıyor. Yıllardır özenli bir şekilde yapılan haberler, takip edilen davalar, devletin hep sorumluluğunu reddettiği, suçluları korumaya çalıştığı vakalar var. </span><br />
<span style="font-size: small;"><br /></span>
<span style="font-size: small;">Kitabın girişinde Tahincioğlu şöyle diyor seçtiği vakaları sıralarken:<i> "70'lerden yargısız infaz, 80'lerden idam/açlık grevi operasyonları, 90'lardan faili meçhul, 2000'lerden meşru şiddet olayları ele alındı, başlangıç ve sonlarıyla nasıl benzer olduğu anlatılmaya çalışıldı..."</i></span><br />
<span style="font-size: small;"><br /></span>
<span style="font-size: small;">Kimler mi onlar? Hemen sıralayayım: 1970’li yıllardan <b>Kadir Manga, </b>80’lerden <b>Cemil Kırbayır, Hakan
Mermeroluk, Ferhat Kurtay, Orhan Keskin </b>ve <b>Ramazan Yukarıgöz, </b>90’lardan
<b>Namık Erdoğan, Hasan Ocak, Rıdvan Karakoç,</b> 2000’lerden <b>Mahsun Mızrak,
Roboski Katliamı </b>ve <b>Ethem Sarısülük’</b>ün hikayeleri yakınlarının ağzından
aktarılıyor.</span><br />
<span style="font-size: small;"><br /></span>
<span style="font-size: small;">Başka bir gazetecinin <b>Ruşen Çakır</b>'ın kitaptan <a href="http://rusencakir.com/Iki-arastirmaci-gazeteci-ve-iki-kitap/2290">söz ederken </a>dediği gibi:<i> "Kimisi çatışmada, kimisi gözaltında kaybedilerek, kimisi idam edilerek,
kimisi cezaevi operasyonuyla, kimileri de askeri jetlerin
bombardımanıyla katledilmiş insanların hikayeleri farklı ama kaderleri
bir."</i></span>
<br />
<span style="font-size: small;"><br /></span>
<span style="font-size: small;">Kısaca kitap çocukları, kardeşileri, eşleri katledilmiş acılı ailelerin çığlığını, sesi duyulmayan/sesi duyulmasın diye zulme uğratılanların acılı avazlarına ses veriyor, yol açıyor. Hem çok önemli hem de değerli.</span><br />
<span style="font-size: small;"><br /></span>
<span style="font-size: small;">Ama bu hasletleri yanında eksiklerini, sıkıntılarını da dile getirmek gerekiyor bence. Her şeyden önce 203 sayfalık kitabın 10 sayfayı aşkın sonsözü ile başlayalım söze...Tahincioğlu'nun anlattığı hikayeler öyle acıyla yoğrulmuş ki, onların bir son söze, üstelik devlet şiddetinin kendini nasıl haklı çıkarmakta olduğunu anlatan Aristotales'ten, Foucault'dan, Agamben'den alıntılar ile kaleme alınmış kuramsal bir dayanağa ihitiyacı yok. Kitapta sözü edilen çocukları, kardeşleri, eşleri katledilen ailelerin çığlığını işiten, kitabı okuyanların kalbi taştan olsa etkilenir, dile gelir, ah çeker...</span><br />
<span style="font-size: small;"><br /></span>
<span style="font-size: small;">Bir diğer problem, kitapta sözü edilen isimlerin onar yıllık tarihi bölümler içinde incelenemesine rağmen, sık sık tarihler arasında geçişler yaşanması... Hikeyesi anlatılan kişinin bir yana bırakılıp, 10 yıl, 20 yıl sonraya gidilmesi, benzer olaylardan örnekler verilmesi. Hakan Mermeroluk bunlardan biri. <i>80'li yıllar </i>başlığı altında yer alan Mermeroluk'un Alemdağ Cezaevinde gaz kullanılarak düzenlenen bir operasyonda öldürülmesinin hikaye edildiği bölümde önce 1996 yılındaki Diyarbakır Cezaevine, sonra 1999 yılındaki Ulucanlar Cezaevine, ardından 2000 yılına Burdur Cezaevine gidiveriyoruz. Üstelik bir, iki cümlelik bir yolculuk değil bir kaç sayfa sürüyor bu zaman yolculuğu... Belli ki yazarın söyleyecek çok sözü var. 1980'lerden daha iyi bildiği, yakından takip ettiği, haberlerini yaptığı 1990'lı, 2000'li yıllara dair birşeyler de söylemek istiyor. Ama o zaman bu bölümlendirmelere ne gerek var diye sormadan edemiyor okur.</span><br />
<span style="font-size: small;"><br /></span>
<span style="font-size: small;">Gelelim üçüncü sıkıntıya. Ki zaten yazının başında şöyle bir değinmiş, Ayça Örer'den bir cümleye yer vermiştim. Ne yazık ki Ayça Örer tanıtım yazısında kitabın ismine, yazar Gökçer Tahincioğlu'ndan daha çok yer ayırmış. Kitabın girişinde iki defa yer buluyor "Beyaz Toros" sözcüğü... Neden bu ismin seçildiği <i>"Yok edilenlerin nasıl yok edildiğinin ortak sembollerinden biri olduğu için" </i>diye gerekçelendiriliyor. Ancak bu kadarla sınırlı kalıyor.</span><br />
<span style="font-size: small;"><br /></span>
<span style="font-size: small;">Beyaz Toros'un sivil polislerin kullandığı araç olduğu; özellikle 90'lı yıllardaki faili meçhullerin pek çoğunda katledilenlerin sokak ortasında bindirildikleri Beyaz Toroslar ile bilinmezliğe götürüldükleri; muhtemelen kitapta sözü edilen isimlerin bir kısmının da benzer bir şekilde Beyaz Toroslar ile tanıştığına dair tek bir satır yok kitapta. Biz, Beyaz Toros'un ne anlama geldiğini bilenler, göndermenin derinliğini elbette anlayoruz. Ancak geleceğe tüm sözü edilen suçların bir kanıtı ve bir daha yaşanmaması niyetiyle kalacak olan bir kitabın ismindeki göndermenin ne anlama geldiğini de açıklaması gerektiğini düşünüyorum.</span><br />
<span style="font-size: small;"><br /></span>
<span style="font-size: small;">Herşeye rağmen, önemli ve zor bir işi gerçekleştirmiş Gökçer Tahincioğlu. Son dönemlerde araştırmacı gazetecilik denilince eline tutuşturulan belgelerden haber yapan meslektaşlarına inat, gazetecilik bayrağını biraz daha yükseltimiş. Bu nedenle de emeklerine sağlık.
</span></div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-25224985735357337262013-12-03T06:56:00.000-08:002013-12-03T06:56:09.558-08:00Kan ve İnanç (PKK ve Kürt Hareketi) ~ Aliza Marcus<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, serif; font-size: 14px; line-height: 19px;">2007’de ABD’de yayımlandığında büyük ilgi gören ve PKK konusunda "bugüne dek yazılmış en nesnel ve kapsamlı çalışma" olarak değerlendirilen <b>Kan ve İnanç</b>, bir dönem Türkiye'de de görev yapmış, ancak deyim yerindeyse yaptığı haberler yüzünden istenmeyen adam ilan edilmiş olan gazeteci <b>Aliza Marcus’</b>un yıllara dayanan emeğinin ürünü. </span><br />
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, serif; font-size: 14px; line-height: 19px;"><br /></span>
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, serif; font-size: 14px; line-height: 19px;">PKK ile ilgili bilgilerin tamamına yakınının örgütten ayrılmış militanlarla görüşerek elde eden Marcus, 1989’dan beri Güneydoğu’daki gelişmeler, Kürt sorunu ve PKK hareketi hakkında haberler yapmış, makaleler yazmış ve hatta bunlardan biri dolayısıyla yargılanmış... </span><br />
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, serif; font-size: 14px; line-height: 19px;"><br /></span>
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, serif; font-size: 14px; line-height: 19px;">Marcus, eski PKK militanları dışında, bölge halkı ve süreci yakından takip eden politikacılar ve hukukçularla yaptığı röportajlar, dönemin komutanlarının yazdıkları metinlerden, köşe yazılarından ve gazete haberlerinden yararlanarak ortaya çıkarmış <b>Kan ve İnanç</b> kitabını.</span><br />
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; font-size: 14px; line-height: 18px;"><br /></span>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://d202m5krfqbpi5.cloudfront.net/books/1384545712l/18807799.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="https://d202m5krfqbpi5.cloudfront.net/books/1384545712l/18807799.jpg" width="265" /></a></div>
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; font-size: 14px; line-height: 18px;">Şahsi kanaatim, kitabın Türkçe çevirisi bazı sorunlar taşıyor olduğu yönünde. Ama bu sıkıntılar dahi </span><span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; font-size: 14px; line-height: 18px;">Türkiye'nin son 30 yılına damga vurmuş bir örgütü, onun liderini, eylemlerini ve etkilerini başarılı bir şekilde ele alan ciddi bir gazetecilik kitabı olduğu gerçeğini değiştirmiyor.</span><br />
<br style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; font-size: 14px; line-height: 18px;" /><span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; font-size: 14px; line-height: 18px;">Marcus'un kitabı -ne yazık ki- Türkçe'de eşine az rastlanılan bir çalışma. </span><br />
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; font-size: 14px; line-height: 18px;"><br /></span>
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; font-size: 14px; line-height: 18px;">Türkiye'nin 30 yılına damgasını vuran </span><span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; font-size: 14px; line-height: 18px;">Kürt siyasi hareketinin sadece silahlı kanadı PKK'yı değil, silahsız/sivil siyasetten yana olan boyutlarını, onların PKK ile ilişkilerini, PKK'nın iç çekişmelerini, bölünmelerini ve "Önderlik" denilen yapının kendisini nasıl adım adım vaz geçilmez ve değişmez ilan ettiğini de anlatıyor kitap.</span><br />
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; font-size: 14px; line-height: 18px;"><br /></span>
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; font-size: 14px; line-height: 18px;">Belki tek ama en önemli problemi ise son dönemde başlayan ve adına "çözüm süreci" denilen dönemin öncesini ele alıyor olması.</span><br />
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; font-size: 14px; line-height: 18px;"><br /></span>
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; font-size: 14px; line-height: 18px;">Bu da kitabı şu an okuyanların gündeme dair bir analiz yapmasını engelliyor olması.<br /></span><br />
<span style="background-color: white; color: #181818; font-family: Georgia, Times, 'Times New Roman', serif; font-size: 14px; line-height: 18px;"><br /></span>
<b>Kan ve İnanç (PKK ve Kürt Hareketi)</b><br />Aliza Marcus<br />İletişim Yayınevi / Bugünün Kitapları Dizisi<br />İstanbul, 2009, 1. Basım<br />428 s.<br />ISBN : 9789750506451</div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-30331331668402897072013-12-03T06:07:00.002-08:002018-03-05T21:34:10.472-08:00Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam ~ Suraiya Faroqhi<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<b>Suraiya Faroqhi</b>, Osmanlı tarihi ile ilgili çarpıcı bilgi birikimine sahip bir
yazar. Ama sadece bilgi birikimi ile değil, üslubuyla da dikkat
çekiyor.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://images.gr-assets.com/books/1483875285l/13626487.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="379" data-original-width="270" height="400" src="https://images.gr-assets.com/books/1483875285l/13626487.jpg" width="282" /></a></div>
Faroqhi'nin bu kitabı, mimarlıktan yemek kültürüne,
kişisel anıları yazmadan eğlence alanına kadar, sıradan Osmanlıların
yaşamına çeviriyor bakışlarımızı.<br />
<br />
Üstelik bunu o kadar ustaca yapıyor ki, elimizde çok az veri olmasına rağmen ne sıkıyor okuru ne de tekrarlara düşüyor.<br />
<br />
Anlattıklarıyla
hem az bilinenleri ortaya koyuyor, hem de "Osmanlı'da yok bunlar"
diyenlerin her birini paramparça ediyor. Yok denilenlerin var olduğunu,
yok sayılanların neden yok edilmeye çalışldığını sergiliyor.<br />
<br />
Osmanlı
tebası Ermeni ve Rumların matbaalarını da anlatıyor, Evliya Çelebi'nin
elçilik heyetinde gördüğü Viyana'daki katedralden neden bu kadar
etkilendiğini de...<br />
<br />
Yüzyıllar süren bir dönemi, geniş bir
coğrafyada yaşayan çok farklı dinlere ve kültürlere sahip insanların
birbirleriyle ilişkilerini, birbirlerinden alıp verdikleri kültürel
olguları, dünyadaki diğer insanlar ile iletişimlerini, yediklerini,
içtiklerini, okuduklarını, yazdıklarını, inşaa ettikleri binaları, yani
gündelik yaşamlarına dair her şeyi anlatıyor kitabında.<br />
<br />
<br />
<b>Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam</b>Kunst und alltagsleben im Osmanischen Reich<br />
<b>Tarih Vakfı Yurt Yayınları </b>/ Osmanlı Araştırmaları Dizisi<br />
İstanbul, 2011<br />
363 s.<br />
ISBN : 9789753330664</div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-77560188492861660672013-10-08T07:42:00.002-07:002013-10-08T07:42:38.541-07:00Bir 'Derkenar'ın arkeolojisi <div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<b><i><span style="text-align: left; text-indent: 27pt;">Her ne kadar doğum günü hakkında farklı tarihler öne sürülse de </span><span style="text-align: left; text-indent: 27pt;">Nazım Hikmet</span><span style="text-align: left; text-indent: 27pt;">’in </span><span style="text-align: left; text-indent: 27pt;">3 Haziran 1963</span><span style="text-align: left; text-indent: 27pt;"> günü Moskova’da öldüğü bilinmektedir. Peki size ‘büyük şair’in aslında </span><span style="text-align: left; text-indent: 27pt;">1 Kasım 1948</span><span style="text-align: left; text-indent: 27pt;">’de öldüğünü söylesem… Birçoğunuzun gülüp geçeceği bu iddia bir gerçeği yansıtıyor. Sıra bu sarsıcı iddianın kanıtlarını sergilemekte.</span></i></b>
<br />
<div dir="LTR" style="text-align: center;">
* * *</div>
<div dir="LTR" style="margin-left: 0pt; margin-right: 0pt; text-indent: 27pt;">
<a href="http://www.arastiralim.net/ilk/wp-content/uploads/2010/08/Nazim-Hikmet-Hapishane.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="311" src="http://www.arastiralim.net/ilk/wp-content/uploads/2010/08/Nazim-Hikmet-Hapishane.jpg" width="400" /></a>Türk şiirinin en güçlü sesi, inandığı sosyalizm ideali uğruna çeşitli davalardan 34 yıllık hapis cezasına çarptırıldı. 13 yılı aralıksız toplam 16 yılını, sevdiklerinden, dostlarından, ailesinden uzakta, Türkiye’nin dört bir yanındaki cezaevlerinde geçirdi. İçerde yeni arkadaşlıklar kurdu, yeni dostlar edindi, yeni aşklara yelken açtı.</div>
<div dir="LTR" style="margin-left: 0pt; margin-right: 0pt; text-indent: 27pt;">
Nazım Hikmet, <span style="font-weight: bold;">“en sevdiğim kadınım”</span> dediği, belki de en güzel şiirlerini yazdığı Piraye’den de uzak kalmıştı, cezaevinde. 16 yıllık evliliğin sadece ilk üç yılını birlikte geçirebilmişlerdi. Nazım mektuplarında yalnız şiirlerini değil, fotoğraflar, karanfiller ekleyip, resimler çizip, hasretini, aşkını, dertlerini de yollamıştı karısına. Bir de küçük bir defter yollamıştı 1941 yılı başında.</div>
<div dir="LTR" style="margin-left: 0pt; margin-right: 0pt; text-indent: 27pt;">
Nazım Hikmet’in <span style="font-weight: bold;">“Karıcığıma geç kalmış bayram hediyesi...”</span> diyerek, 1940 yılı Kasım ayında başlayıp 1941 Şubat’ında tamamladığı, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde yatarken kendi elyazısıyla doldurduğu, 146 sayfalık küçük boy çizgisiz bir defter.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.internethaber.com/images/other/nazim3.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="311" src="http://www.internethaber.com/images/other/nazim3.jpg" width="400" /></a></div>
<div dir="LTR" style="margin-left: 0pt; margin-right: 0pt; text-indent: 27pt;">
Bu defterin 52. sayfasında, <span style="font-weight: bold;">Bir Eski Mektup</span> başlıklı bir şiir yer alıyor.</div>
<div dir="LTR" style="margin-left: 0pt; margin-right: 0pt; text-indent: 27pt;">
<span style="font-style: italic;">“</span><span style="font-style: italic;">Zevcem, /ruhu revanım /Hatice Pîrâyende, /ölümü düşünüyorum </span>[…] <span style="font-style: italic;">Belki de birbirimizden uzakta öleceğiz./ Ve haber/çığlıklarla gelecek /Yahut da ima edecekler, /ve kalanı yalnız bırakıp gidecekler… // Ve kalan karışacak kalabalığa.. /Yani efendim, hayat.../ Ve bütün bu ihtimâlât!.. /1900 kaç senesinin /kaçıncı ayı/kaçıncı günü/ kaçıncı saatında?</span></div>
<div dir="LTR" style="margin-left: 0pt; margin-right: 0pt; text-indent: 27pt;">
İşte şiirin tam da burasına başka bir el yazısı ile <span style="font-style: italic;"><b>“1-11-948 de oldu bu iş.” </b></span>yazılmış.</div>
<div dir="LTR" style="margin-left: 0pt; margin-right: 0pt; text-indent: 27pt;">
Bu derkenar muhtemelen Piraye’nin elinden çıkmış. Yani defterin hediye edildiği kişinin. Nazım’ın nerede ve nasıl öleceğini bilmeksizin 6 Ocak 1940’da İstanbul’da yazdığı şiirin yanına yazılmış bu notun hikayesi ise şiirin kendi hikayesinden daha heyecanlı, daha dramatik.</div>
<div dir="LTR" style="text-align: center;">
* * *</div>
<div dir="LTR" style="margin-left: 0pt; margin-right: 0pt; text-indent: 27pt;">
Kendisini çok etkilemiş olan Piraye ile tanıştıktan kısa bir süre sonra hayatını birleştiren Nazım, zaman zaman başka kadınlarla maceralar yaşasa da karısına –genellikle– sadık kalmış ve özellikle zorlu hapishane koşullarında Piraye’nin mektupları ile ayakta kalabilmişti.</div>
<div dir="LTR" style="margin-left: 0pt; margin-right: 0pt; text-indent: 27pt;">
1948 yılına gelindiğinde Dünya Savaşı’nın etkileri azar azar da olsa unutulmaya başlamış, hukuksuzluğun açık bir örneği olan Donanma Davası ile 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılmış Nazım Hikmet’in salıverilmesi de gündemine getirilmişti. İçeride sağlığı giderek bozulan şairin, ruhsal açıdan moralini düzelten şeylerden biri cezaevinden çıkma olasılığının tartışılmaya başlanmasıysa, bir diğeri de kendisini cezaevinde ziyarete gelen “dayı kızı” Münevver’di.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.internethaber.com/images/other/nazim2.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="http://www.internethaber.com/images/other/nazim2.jpg" width="240" /></a></div>
<div dir="LTR" style="margin-left: 0pt; margin-right: 0pt; text-indent: 27pt;">
Nazım’a önce birkaç mektup yazan, hatta annesi Celile Hanım’ın isteği ile Nazım’ı telefon ile arayıp konuşan bu genç kuzen, 1948 yılı ekim ayında Nazım’ı hapiste ziyaret etti. O ziyaret bir aşkın bitimi, diğerinin de başlangıcıydı. Nazım artık Piraye’yi sevmediğine, Münevver’e aşık olduğuna karar vermişti.</div>
<div dir="LTR" style="margin-left: 0pt; margin-right: 0pt; text-indent: 27pt;">
Bu dönemde yazdığı şiir ve mektuplarla dostlarına olan biteni anlatmaya uğraştı Nazım. Va-Nu ve eşine yazdığı mektuplarda Piraye’yi aldatmaktan duyduğu suçluluğu karısını <span style="font-style: italic;">“sırtından bıçaklamak”</span> olarak nitelerken; Kemal Tahir’e Piraye’yi<span style="font-style: italic;">“aldatmaktansa, onu üzmeği, hem de dehşetli üzmeği, kahretmeyi tercih ettim. Ben de hayli üzüldüm, kahroldum ve olmaktayım”</span> diye yazacaktı.</div>
<div dir="LTR" style="margin-left: 0pt; margin-right: 0pt; text-indent: 27pt;">
Nazım dostlarına böyle yazarken, 1948 Ekim’inin son günlerinde kaleme aldığı bir mektubu da karısı Piraye’ye yolladı. 1 Kasım 1948 günü Piraye’nin eline ulaşan mektubunda uzun süredir kopuk olan cinsel yaşamlarının tekrar canlandırılamayacağını, ama yaşamın en güzel yıllarını paylaştığı ve en güzel eserlerine esin kaynağı olduğu için ona minnettar olduğunu ve hep dost kalacaklarını yazmıştı.</div>
<div dir="LTR" style="margin-left: 0pt; margin-right: 0pt; text-indent: 27pt;">
Piraye mektup yüzünden birkaç gün odasından dahi çıkamadı. Sonuçta oğlu Memet Fuat’a “Nazım ile Münevver’in arasına giremeyeceğini” söyleyerek durumu kabullendi. Daha önceki bir gönül macerasından sonra Nazım’a <span style="font-style: italic;">“Bir daha böyle bir halt edersen; senin dostun, arkadaşın, ahbabın olarak kalırım; fakat karın olamam artık. Bunu aklına koy” </span>diyen Piraye, neredeyse bir yıl boyunca Nazım’a tek satır yazmadı. Eylül 1949’da yazdığı mektupta ise “Hikmet Bey” diye hitap ederek boşanma davasındaki avukatlarının kimler olduğunu soracaktı.</div>
<div dir="LTR" style="text-align: center;">
* * *</div>
<div dir="LTR" style="margin-left: 0pt; margin-right: 0pt; text-indent: 27pt;">
İşte yukarıda sözünü ettiğimiz derkenar, –muhtemelen– tam bu sırada o küçük çizgisiz defterin 54. sayfasına yazılmış. Nazım’ın “kalbimin kızıl saçlı bacısı” diye hitap ettiği, onu karşılıksız ve çok seven; en güzel şiirlerinin esin kaynağı, Piraye, kendisine gecikmiş bir bayram hediyesi olarak hazırlanan o şiir dolu defterin, tam da ölüm ile ilgili bir yerine, terk edilmenin, aldatılmanın acısı ile o küçük ama anlamlı notu yazmış:<span style="font-style: italic;">“1-11-948 de oldu bu iş.”</span></div>
<div dir="LTR" style="margin-left: 0pt; margin-right: 0pt; text-indent: 27pt;">
Piraye için sevginin ölümü, sevgilinin ölümü anlamına gelmiş. İşte tam da bu nedenle, Türkçe yaşadıkça yaşayacak olan Nazım Hikmet’in ölüm tarihi 1 Kasım 1948’dir denilebilir.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.istanbul.com/Files/p/2012/8/15/6974_3447_S1.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="243" src="http://www.istanbul.com/Files/p/2012/8/15/6974_3447_S1.jpg" width="400" /></a></div>
<div dir="LTR" style="margin-left: 0pt; margin-right: 0pt; text-indent: 27pt;">
<br /></div>
<div dir="LTR" style="text-align: center;">
* * *</div>
<div dir="LTR" style="margin-left: 0pt; margin-right: 0pt; text-indent: 27pt;">
O küçük defter <span style="font-weight: bold;">“Çankırıdan Pirayeye Mektublar” tıpkıbasım </span>İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından, aslının birebir kopyası ve sadece bin tane olarak basıldı. Koparılıp alınmış bir sayfasından, üzerine yazılan derkenara, cilt bezinden, kağıdına kadar özenle yayına hazırlanmış… Tek kopya olarak Nazım Hikmet tarafından elle yazılan bu defter –neredeyse sadece koleksiyonculara hitap eden yüksek fiyatına rağmen– usta bir işçilik ve yoğun emek harcanarak ilgilenenlere sunulmuş.</div>
<div dir="LTR" style="margin-left: 0pt; margin-right: 0pt; text-indent: 27pt;">
Nazım’ın şiir defteri kitaplaştırılırken gözden kaçan birkaç önemli ayrıntı var. “Çankırıdan Pirayeye Mektublar” ismi aslında defteri oluşturan altı bölümden ilki. Son bölüm olan “Bursa” ise 1941’de yazılmış. Defterin yazımı Bursa Cezaevi’nde de sürmüş; içinde yer alan 15 şiirin son ikisi Ocak ve Şubat 1941’de Bursa’da yazılmış. Bu durumda defter yayına hazırlayanların iddia ettiği gibi Piraye’ye 1940 yılı Kasım ayında Çankırı’dan yollanmış olamaz.</div>
<div dir="LTR" style="margin-left: 0pt; margin-right: 0pt; text-indent: 27pt;">
Bu küçük yanlışa rağmen okumak, şairin el yazısını görmek ve Memet Fuat’ın “bunu yapmak, çılgın yayıncı ister” dediği işin nasıl gerçekleştiğini anlamak için ama daha çok koleksiyonlar için kaçırılmayacak bir eser.</div>
<div dir="LTR" style="margin-left: 0pt; margin-right: 0pt; text-indent: 27pt;">
<br /></div>
<div dir="LTR" style="text-align: right;">
<i><b>ÇANKIRIDAN PİRAYEYE MEKTUBLAR<br />Nazım Hikmet<br />İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları</b></i><i><b>100 sayfa</b></i></div>
<div dir="LTR" style="text-align: right;">
<i><b><br /></b></i></div>
<div dir="LTR" style="text-align: center;">
<i><b>Bu yazı 22 Ocak 2011 tarihinde BirGün gazetesi Kitap ekinde yayınlanmıştır. </b></i></div>
</div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-727534279690012832.post-44912036499046962042013-10-07T07:06:00.000-07:002013-10-07T07:06:32.270-07:00Bölüne Bölüne Büyüyememek (Türkiye'de Sol Örgütler kitabına dair) <div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<h4 style="text-align: left;">
<span style="font-weight: bold;">Aykol’un Türkiye’de Sol Örgütler kitabı, biçimsel problemleri ve bazı hataları yüzünden tek ayağı üzerinde yürümeye çalışıyorsa da, Türkiye solunun az bilinen ve kafa karıştıran sayfalarına ışık tutmayı hedefliyor.</span></h4>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.internethaber.com/images/other/kapak-001.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="http://www.internethaber.com/images/other/kapak-001.jpg" width="277" /></a></div>
Türkiye’de solun tarihi, hem ciddi bir merak konusu olması hem de az bilinmesine rağmen, herkesin hakkında konuşmaktan çekinmediği bir alan. Çoğu zaman gizlilik koşulları içerisinde faaliyet göstermeye mecbur kalmış sol örgütlerin kendi tarihlerini yazma fırsatı bulamamaları bir yana, yazılan metinlerin genellikle diğer sol örgütler ya da fraksiyonlar ile “mücadele” gerekçesi ile abartılmış, çarpıtılmış olması da sık karşılaşılan bir başka durum.<br />
<br />
Bu nedenler ile solun tarihini merak edenler uzun bir süre anti-komünist kalemlerin propagandif metinlerini okumak zorunda kaldılar. Her şeye rağmen, günümüzde –sayıları gün geçtikçe artan– kimi akademik, kimi popüler çalışmalar siyasetin sol kıyısında neler olup bittiğini bize anlatıyor. TÜSTAV yayınladığı kitaplar ile Türk solunun bilin(e)meyen dönemlerini aydınlatıyor; DİSK, KESK gibi örgütlerin tarihçeleri arka arkaya yayınlanıyor; Türkiye solunun tarihine ışık tutan en önemli çalışmanın –Mete Tunçay’ın Türkiye’de Sol Akımlar kitabı– yeni baskıları yayınlanıyor…<br />
<br />
Solun tarihi hakkında bilgi alabileceğimiz eserler arasına son olarak Hüseyin Aykol’un <span style="font-weight: bold;">“Türkiye’de Sol Örgütler”</span> başlıklı çalışması eklendi. <span style="font-weight: bold;">“Bölüne Bölüne Büyümek” </span>üst<span style="font-weight: bold;"> </span>başlığını taşıyan kitap, rahat okunan popüler bir metin olması ve derdini kolayca ortaya koyması ile övgüye; içeriği ve biçimsel hatalarıyla da ciddi eleştiriye tabi tutulması gereken bir metin.<br />
<br />
Aykol’un kitabı, aynı ismi taşıyan ve 1996’da yayınlanan kitabın gözden geçirilmiş, geliştirilmiş ve genişletilmiş ikinci basımı. Yazarın iki sayfayı biraz aşan kısa <span style="font-style: italic;">Önsöz</span>’de belirttiği gibi; kitabın amacı, kesin sayısını belirlemenin çok zor olduğu sol örgütleri olumlamak ya da eleştirmek yerine, bir katalog halinde okura sunmak. Açıkça ifade etmek gerekiyor ki, Akyol, bu amaca ulaşmış. Kitap <span style="font-style: italic;">Osmanlı Dönemi, Tek Parti Dönemi, Çok Partili Döneme Geçiş, 1960’lı Yıllar, 12 Mart Sonrası, 12 Eylül Sonrası</span> ve<span style="font-style: italic;">2000 Sonrası Durum</span> başlıklarını taşıyan 7 alt başlıkta sol örgütleri –legal ve illegal ayrımı yapmaksızın– kısa tarihçeleriyle tasnif ediyor. Ardından <span style="font-style: italic;">Kürt Sorunu Partileri</span> ile <span style="font-style: italic;">CHP ve Türevleri </span>başlıkları altında sol örgüt olarak kategorize etmediği bir dizi başka partiyi de listeliyor. Son olarak da <span style="font-style: italic;">Türkiye Solundan Portreler</span> başlığı ile 20 ismin biyografisine yer veriyor. <span style="font-style: italic;">Dizin</span> ve <span style="font-style: italic;">Kaynakça</span> dışında <span style="font-style: italic;">Türkiye Solunun Dört Ana Damarı</span> ve <span style="font-style: italic;">Sol Örgütlerin Çıkardığı Kimi Yayınlar</span> başlıklı iki liste de <span style="font-style: italic;">Ekler</span>bölümünde yer alıyor.<br />
<br />
Kitabın bu kısa dökümünden sonra kendi <span style="font-style: italic;">sözleriyle “neredeyse 40 yıldır sol siyaset içinde olan”</span> yazarın çalışmasında eleştirilmesi gereken yerleri de sıralayabiliriz.<br />
<br />
Her şeyden önce kitabı oluşturan metinlerin büyük bir çoğunluğuna bir internet taraması ile ulaşmak mümkün. Özellikle portreler başlığı altındaki isimler için yazılan metinlerin, bulunduğu kaynaktan alındıktan sonra hiç edit edilmeden kullanılması bazı fotoğraf altı yazılarının da anlamsız şekilde kitapta yer almasına neden olmuş.<br />
<br />
Yazar, sol kavramının içeriğini nasıl doldurduğunu anlatmadığı gibi; dönemselleştirmeler içinde sözü edilen siyasi hareketlerin nereye oturduğu, gücünün ve etkisinin ne olduğu, örgütlerin neden bölündüğü ve bölünmeler sonrası etkinliğin ne derece azaldığı ya da yön değiştirdiği gibi soruları da yanıtsız bırakıyor.<br />
<br />
Kitabı okurken, –yazar bir açıklama yapmadığı için– örgütlerin hangi kritere göre sıralandığına dair ancak tahmin yürüterek sonuca ulaşabiliyoruz. Örgütler bizim tahminimizce kuruluş tarihlerine göre kronolojik olarak sıralanmış. Ancak ele alınan ilk örgüt bile bu sırayı bozuyor. 1920 Eylül’ünde kurulan TKP, 1910 Eylül’ünde kurulan Osmanlı Sosyalist Fırkası’ndan önce yer alıyor. TİP, FKF, TİİKP, TKP/ML, TKP-B, TKP/ML Hareketi, Acilciler, Devrimci Yol, MLSPB,… gibi örgütler de kronolojik sıralamayı ihlal ediyor.<br />
<br />
Yazar kitaba hangi örgütleri dahil ettiğini anlatırken İttihatçıların Osmanlı Mesai Fırkası’nı ve Kemalistlerin Resmi TKP’sini neden listeye almadığını açıklıyor. Ancak Amele Fırkası ve Müstakil Amele Fırkası gibi sol örgütler bir yana, mesela –portrelerde ele aldığı– Avcıoğlu’nun partileşmeyen Yön-Devrim çizgisinden de söz edilmiyor.<br />
<br />
Merkez solda yer alan (Cumhuriyetçi Mesleki Islahat Partisi, 946’lar Milli Mücadele Partisi, Demokrat Birlik Partisi, Türkiye Kardeşlik Partisi, Türkiye Birlik Partisi, Demokratik Barış Hareketi, Barış Partisi, Sosyal Demokrat Parti, Toplumcu Demokratik Parti, Yeni Türkiye Partisi gibi) siyasi partilerin neden <span style="font-style: italic;">Ekler</span> bölümünde <span style="font-style: italic;">CHP ve Türevleri </span>başlığı altında, CHP, DSP, SDHP, DSHP, 10 Aralık ve TDH’nin yanında sıralanmadığı; HP, SODEP ve SHP’nin neden incelenmediği soruları da yanıtsız kalıyor.<br />
<br />
Listede neden yer aldığını bir türlü anlamlandıramadığımız tek parti ise TÜSİAD eski başkanı Boyner’in kurduğu Yeni Demokrasi Hareketi.<br />
<br />
Halen Kürt siyasetine yakın çizgide yayın yapan Günlük gazetesinin yazarı ve okur temsilcisi olan Aykol’un; legal siyaset yapan Kürt partilerini listeleyip, “benim için içinden çıkılmaz haldeki Kürt örgütleri, Kürtçe araştırma yapma şansım olmadığı için bu çalışmamıza alınmamıştır” şeklindeki cümlesi ise; kitabın ismindeki “Türkiye” tanımlamasını ne yazık ki tek ayağı aksak hale getiriyor.<br />
<br />
Belki son bir eleştiri de kitabın üst başlığındaki <span style="font-weight: bold;">Bölüne Bölüne Büyümek </span>tanımlaması için yapılmalı. Kitapta sık sık tekrar edilen büyüme metaforu ne yazık ki gerçek hayatla örtüşmüyor. Legal ya da illegal örgütler, açıktır ki bölündükçe büyümek yerine küçülüyor, hem nicelik hem de nitelik olarak.<br />
<br />
Aykol’un kitabına yönelttiğimiz tüm bu eleştirilere rağmen, Türkiye solunun az bilinen ve kafa karıştıran sayfalarına ışık tutmayı hedeflemenin doğru bir hamle olduğunun da altını çizmek gerekiyor.<br />
<br />
<br />
<span style="font-weight: bold;">Bölüne Bölüne Büyümek</span><br />
<span style="font-weight: bold;">TÜRKİYE’DE SOL ÖRGÜTLER </span><br />
<span style="font-weight: bold;">Hüseyin Aykol</span><br />
Phoenix Yayınevi<br />
158 sayfa<br />
<b><i><br /></i></b>
<b><i>Bu yazı 12 Haziran 2010 tarihinde BirGün gazetesinde yayınlanmıştır. </i></b><br />
<br /></div>
bullhttp://www.blogger.com/profile/15187205508523747512noreply@blogger.com0